Akman, Ekrem
Loading...
Name Variants
Akman, E.
Job Title
Doç. Dr.
Email Address
Main Affiliation
Department of History / Tarih Bölümü
Status
Current Staff
Website
ORCID ID
Scopus Author ID
Turkish CoHE Profile ID
Google Scholar ID
WoS Researcher ID

Scholarly Output
21
Articles
16
Citation Count
0
Supervised Theses
2
20 results
Scholarly Output Search Results
Now showing 1 - 10 of 20
Article Tanzimat Sonrasında Siverek’teki Vakıflar Ve Mahkemelere Yansıyan Problemleri(Vakıflar Dergisi, 2020) Akman, EkremTanzimat sonrasında uygulanmaya başlanan merkezileşme politikaları sonucunda, adem-i merkeziyetin önemli unsurlarından olan vakıfların özerk konumları zayıflasa da, vakıflar toplumun sosyal ve iktisadi hayatındaki önemlerini korumaya devam etmişlerdir. Bu dönemde Siverek’te başta camiler ve diğer ibadet kurumlarına ait olmak üzere hem hayır cihetine hem de evlada şart kılınmış Müslümanlara ve gayrimüslimlere ait birçok vakıf vardır. Bu çalışma merkeziyetçi politikaların uygulandığı dönemde de Siverek’teki vakıfların çeşitliliği ve işlevselliğinden hareketle toplumdaki rollerinin devam ettiğini iddia etmektedir. Bu makale Siverek’te Tanzimat sonrası dönemin sosyal zihniyetinin ipuçlarını veren vakıflarınArticle ÇATIŞMA VE SUSUZLUK GÖLGESİNDE BİR ŞEHRİN DOĞUŞU: BİR KAZA MERKEZİ OLARAK MİDYAT(NEVŞEHİR HACI BEKTAŞ VELİ ÜNİVERSİTESİ SBE, 2022) Akman, Ekrem; Avcı, RemziÖZ Şer’iyye sicillerindeki kayıtlarda Midyat, 1823’e kadar henüz bir köy statüsündedir. Midyat adı bir kaza olarak ancak 1835 tarihli muhasebe defterinde kayda geçmiştir. Bu tarihten sonra da 300’den fazla köy, idari olarak Midyat’a bağlanmıştır. Turabdin gibi geniş bir alana yayılan irili ufaklı yerleşim birimlerinde vergi, askerlik ve asayiş konularında düzeni sağlamak amacıyla Mahallemi, Halil Begli-İsa Begli ve Midyat kazaları kurulmuştur. Turabdin’de idari bir birim olarak bir kazanın kurulmasının üç temel gerekçesi vardır. Bunlar; aşiretlerin yarattığı asayişsizlik, verginin toplanamaması ve asker celbinde yaşanan olumsuzluklardır. Midyat’ın bir kaza statüsüne ulaşması oldukça karmaşık bir süreçtir ve şehir farklı dönemlerde yeni idari düzenlemelere maruz kalmıştır. Merkezdeki su sıkıntısı da Midyat’ın şehirleşmesindeki en büyük engel olmuştur. Bu bağlamda bu çalışma 1810’dan 1900’lü yıllara kadar çok geniş sınırlara sahip olan Midyat’ın kaza merkezine dönüşme sürecine dair önemli tartışmalara odaklanır. Bu makale, süreç içerisinde güvenlik ve su meselesinin hayati bir önem taşıdığını iddia ederek, tüm şehirleşme serüveninin de söz konusu tartışma etrafında döndüğünü Osmanlı arşivleri ışığında ortaya koymayı dener.Article From ‘brothers in religion’ to ‘bandits’: Chechens in Mardin in the late Ottoman period(2022) Akman, EkremDuring the nineteenth century, the Ottoman state experienced considerable difficulties in maintaining complete control of both its governance and its territories. The state therefore focused on modernising its military capabilities, as well as establishing its bureaucracy and state structure as an attempt to shore up these weaknesses. From the time of Selim III (1779–1807), the state sought to focus on improving its military capacity in order to withstand the might of hostile European powers. The Ottoman elites were also aware that the Ottoman state could not survive with the existing structure, and thus considered reform vital to maintaining the empire. In addition to the threat from external military conflicts the Ottoman state was also vulnerable because of the spread of nationalist ideas, coupled with deficits in its economy and an incompetent bureaucracy. The Russian conquest of the North Caucasus during the middle of the nineteenth century also resulted in major problems for the state, in particular the mass movement of refugees to Ottoman lands.Book Part II. ABDÜLHAMİD DÖNEMİNDE DEVLET, AŞİRET VE YEREL BÜROKRASİ ÜÇGENİNDE BİR ŞEYH: ŞEYH HALİD(Ekrem Akman, 2018) Akman, EkremŞeyh Halid, Diyarbekir’e tabi Siverek kazasına bağlı Karacadağ’daki Gülpınar köyünde Nakşibendi Tarikatına mensup bir şeyhtir. 1890’lı yıllarda burada irşat faaliyetinde bulunurken, müritlerinin çoğalarak civar köylerde de taraftar bulması, yerel idarecilerin dikkatini çekmiş, dönemin geçer akçesi olan tecessüs ve jurnal sonucu bulunduğu köyden uzaklaştırılarak, Mekke-i Mükerreme’ye sürülmüştür. Bu olay merceğinden bakarak, Sultan II. Abdülhamid döneminde, devlet-tarikat-aşiret ilişkileri ortaya konulacaktır. İkinci Meşrutiyetten önce Abdülhamid döneminde devlet, aşiret ve bürokrasiüçgeninde sıkışan Şeyh Halid, devletin güçlenen tarikatları kontrol altına alma politikasının kurbanı olmuştur. Bu olay ışığında taşradaki yönetim birimleri arasındaki çelişkiler ve yetki karmaşası ortaya konmuştur. Adı geçen yerel yöneticilerin hükümet merkezini nasıl bilgilendirdikleri, taşradan merkeze giden jurnal raporlarının gerçeği ne derece yansıttığı, Şeyh Halid olayındaki ilginç gelişmeler, arşiv belgeleri ışığında sergilenmiştir. Dönemin jurnal ve kontrol sisteminin parçaları olan yerel idarecilerin nasıl bir güçler dengesi içinde tahterevalli oynadıkları arşivdeki resmi yazışma ayrıntılarından derlenmiştir. Bu çerçevede Osmanlı Devleti’nin Tanzimat’tan Meşrutiyet’e giderken Abdülhamid dönemi politikalarının Anadolu’da nasıl uygulandığı da irdelenecektir.Article OSMANLI-İRAN ARASINDA BİR REKABET VE NÜFUZ ALANI: İMAM MUSA KÂZIM TÜRBESİ(2022) Akman, EkremOsmanlı-İran ilişkilerinin geçmişten gelen mücadele ve rekabet alanlarından en önemlisi Osmanlı hâkimiyeti altındaki topraklarda bulunan ve Şiilerce kutsal sayılan Atebât-ı âliyât denilen Kerbelâ, Necef, Sâmerrâ ve Kâzımiye şehirlerindeki ziyaretgâhlardı. Başta Bağdat olmak üzere adı geçen şehirler coğrafi ve stratejik konumlarının yanı sıra barındırdıkları İslam büyüklerinin mezar ve türbeleri nedeniyle İslam tarihinde Şii ve Sünni Müslümanların ilgi odağı oldu. İranlıların Osmanlı hâkimiyetindeki bu mekânlara yoğun ilgileri ve imar faaliyetlerinde bulunma istekleri çeşitli problemlerin yaşanmasına neden oldu. Özellikle Kâzımiye’deki İmam Musa Kâzım Türbesi’ni sahiplenme amaçlı tadilat ve eklemeler iki tarafı karşı karşıya getirdi. Bu makalede, İmam Musa Kâzım Türbesi’nde yapılmak istenen tadilat ve eklemeler mercek altına alınmış ve buraya gelen Şii ziyaretçilerin ve İranlıların ilgisinin Osmanlı-İran ilişkilerine etkisi araştırılmıştır. Bu amaçla adı geçen ziyaretgâhları sahiplenmedeki rekabetin temelinde dini, mezhebi, siyasi, ekonomik ve sosyal hangi faktörlerin etkili olduğunun, İran ve Osmanlı devlet adamlarının türbelere ve mukaddes mekânlara ilgilerinin ve Osmanlı’nın buradaki mülkî hâkimiyet konusundaki hassasiyetinin ve endişelerinin nedenleri sorgulanmıştır. Osmanlı’nın, İran’la ilişkileri bozmayacak, Şiileri de küstürmeyecek şekilde adı geçen mekânları sahiplendiğini iddia eden bu makale, 19. yüzyılda Atebât şehirleri ve özellikle Bağdat’ta bulunan İmam Musa Kâzım türbesi etrafında iki ülke arasında ortaya çıkan nüfuz rekabetini arşiv belgeleri ışığında ortaya koymaya çalışmaktadır.Article BİR ARKEOLOJİK KAZININ ASLINDA SÖYLEMEDİKLERİ: TEL HALEF’TE OSMANLI BÜROKRASİSİNİN ÇARESİZLİĞİ(2022) Akman, Ekrem; Avcı, RemziFilolojik ve arkeolojik çalışmaların katkısıyla Mezopotamya ve Mısır tarihinin Roma’dan daha eski olduğunun keşfi bu coğrafyalara olan bilimsel ilginin gelişmesine olanak vermiştir. Bu bağlamda Osmanlı coğrafyası neredeyse arkeolojik aktivitelerin merkezi haline gelmiştir. Osmanlı coğrafyasında 19. yüzyılın sonlarında -Avrupalı alaylı ve mektepli (profesyonel-amatör) arkeologların mensubu bulundukları büyükelçilikler ya da kendi adlarına yaptıkları ruhsatlı ve kaçak kazılar olmak üzere önemli arkeolojik kazılar gerçekleştirilmiştir. 19. yüzyılın sonlarında Osmanlı-Alman siyasi yakınlaşması diğer Avrupalı devletlere nazaran arkeolojik çalışmalarda da Almanların bir ayrıcalık kazanmalarına imkân vermiştir. Bilimsel kaygılarla beraber Alman hükümeti bu kazıları, Osmanlı üzerindeki kültürel yayılmanın bir parçası olarak algılamış ve bu düşünce ile desteklemiştir. Max von Oppenheim (1860-1946) Osmanlı arkeoloji araştırmalarında çok önemli ve özel bir yerde durmaktadır. Oppenheim, 1899 yılında Fırat ve Dicle nehirleri arasında bugünkü Suriye-Türkiye sınırının yakınında bulunan Rasulayn kasabası sınırları içerisindeki Tel Halef adlı antik bir yerleşim yeri olan bölgede antik Guzan kentini keşfetmiştir. Uzun uğraşlar sonucu aldığı izinler ile Tel Halef kazılarına ancak 1911 yılında başlayabilen Oppenheim, yıllarca süren çalışmaları esnasında Ârâmî kral sarayını keşfetmiş ve bugünkü Suriye topraklarında, neredeyse unutulmuş bir kültürün eşsiz eserlerini ortaya çıkararak yurtdışına kaçırmıştır. 19. yüzyılın sonlarında Osmanlı’nın merkezî gücünün zayıflaması taşrada da belirgin bir şiddette hissedilmişti. Merkez-taşra bürokrasisini derinden sarsan bu arızi durumun olumsuz sonuçları Tel Halef kazıları ve ortaya çıkarılan asar-ı atikayla (tarihi eserler) ilgili uygulama ve politikalarda açık bir şekilde gün yüzüne çıkmıştır. Bu bağlamda bu çalışma, ilk olarak merkez-taşra arasındaki bürokratik görüş ayrılıklarının tarihi eserlerin yurtdışına kaçırılmasına kolaylık sağladığını iddia eder ve bunu Oppenheim’ın Tel Halef kazılarında pratize etmeyi dener. İkinci olarak bu makale bir kısım yerel idarecilerin (Celâleddin ve Hüseyin Kazım Kadri Bey özelinde) tarihi eserlerin kaçırılmasına nasıl engel olmaya çalıştıklarına odaklanır.Book Part 19.YÜZYILIN SON ÇEYREĞİNDE SİVEREK’TE AİLE DEMOGRAFİSİ ve MAHKEMEDE KADIN SESLERİ(Çizgi Kitabevi, 2022) Akman, EkremGiriş Siverek kazası Osmanlı’da merkeze epey uzak, ekonomik ve nüfus açısından kendi halinde küçük bir kasabadır.1 Ancak bünyesinde idari, adli ve beledi tüm devlet kurumlarını klasik dönemden beri barındırması açısından tipik bir Osmanlı şehridir. Mahkemesi şehir halkına açık olduğu gibi, gayrimüslimler ve köylülerin de çoklukla uğradığı faal bir yargı merkezidir. Bu çalışma ile öncelikle 444 sayılı tereke defterindeki 250 adet tereke verileri ışığında dönemin Siverek kazasında aile demografisi ortaya çıkarılacaktır. İkinci bölümde şer’iyye sicillerine dayanarak Siverek’te anılan dönemde aile içi davalar, kadının toplumda ve ailedeki statüsü, mal varlığı, mahkemeyi kullanma pratiği, boşanma davlarında kadının rolü ortaya konacaktır. Adı geçen defterde 250 adet terekenin verileri kısmen kullanıldı. Tereke defterindeki 250 adet miras kaydında şehirde oturan Müslüman şahıslara ait tereke sayısı 135, köyde oturan tereke sahibi 43, gayrimüslimlere ait terekeler 37, kadınların (dul veya evli) bıraktığı tereke sayısı da 25 adettir. Okunamayan ya da başka bir miras taksimine tamamlayıcı nitelikte hükümler içeren 10 kayıt değerlendirmeye alınmadı. Bu çalışmada sadece kadın, çocuk sayısı, tereke miktarları gibi aileyi ilgilendiren veriler değerlendirildi. Makalede, Siverek kasabası ve köylerinde demografik yapısı ortaya çıkarılan ailede karı-koca arası ilişkiler, kadının ailede ve toplumdaki rolü mahkemelere yansıyan zabıtlarla ortaya çıkarılmaya çalışıldı.Article 19. Yüzyılda Mardin Kadın Vakıfları ve Kadınların Mülkiyet İlişkileri(Vakıflar Genel Müdürlüğü, 2022) Akman, EkremÖz Bu çalışmanın konusu 19. yüzyılda Mardin’de kadınların kurduğu vakıflar, kadınların vakıflar bağlamında iktisadî rolleri ve mülkiyet ilişkileridir. Makalede cevabı aranan temel soru, kadın vakıflarını diğerlerinden ayıran özellikler, kadınların vakıflar aracılığı ile ortaya koydukları sosyal ve iktisadî faaliyetler etrafında gelişen mülkiyet ilişkileridir. Mülk sahibi olarak vakıf kuran, vakıflarda mütevelli ve lehdar olarak kadınların iktisadî ve sosyal rollerinin derecesi çalışmanın temel problemidir. Çalışmada öncelikle Mardin’de kadınların 19. yüzyılda kurdukları vakıflar; vakfiyeler, şer’iyye sicilleri ile arşiv belgeleri temel alınarak tespit edilmiştir. Bu çalışmanın amacı, Mardinli kadınların 19. yüzyılda kurdukları vakıfları tanıtarak, Osmanlı toplumunda kadın ve mülkiyet ilişkileri hakkındaki tartışmalara Mardin örneği bağlamında katkı sağlamaktır. Kadın vakıfları ve kadınların mülkiyet ilişkilerine dair literatür taramasına ve alandaki tartışmalara kısaca değinildikten sonra Mardinli kadınların kurdukları vakıflar tespit edilerek özelliklerine değinilmiştir. Makalede, ayrıca vakıf kurucusu, mütevelli ve lehdar olarak kadınların vakıflardaki rolleri ve diğer akrabalarıyla mülkiyet ilişkileri ve mücadeleleri de ortaya konmuştur.Article ÇATIŞMA VE SUSUZLUK GÖLGESİNDE BİR ŞEHRİN DOĞUŞU: BİR KAZA MERKEZİ OLARAK MİDYAT(Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi SBE Dergisi, 2022) Akman, Ekrem; Avcı, RemziÖZET Şer’iyye sicillerindeki kayıtlarda Midyat, 1823’e kadar henüz bir köy statüsündedir. Midyat adı bir kaza olarak ancak 1835 tarihli muhasebe defterinde kayda geçmiştir. Bu tarihten sonra da 300’den fazla köy, idari olarak Midyat’a bağlanmıştır. Turabdin gibi geniş bir alana yayılan irili ufaklı yerleşim birimlerinde vergi, askerlik ve asayiş konularında düzeni sağlamak amacıyla Mahallemi, Halil Begli-İsa Begli ve Midyat kazaları kurulmuştur. Turabdin’de idari bir birim olarak bir kazanın kurulmasının üç temel gerekçesi vardır. Bunlar; aşiretlerin yarattığı asayişsizlik, verginin toplanamaması ve asker celbinde yaşanan olumsuzluklardır. Midyat’ın bir kaza statüsüne ulaşması oldukça karmaşık bir süreçtir ve şehir farklı dönemlerde yeni idari düzenlemelere maruz kalmıştır. Merkezdeki su sıkıntısı da Midyat’ın şehirleşmesindeki en büyük engel olmuştur. Bu bağlamda bu çalışma 1810’dan 1900’lü yıllara kadar çok geniş sınırlara sahip olan Midyat’ın kaza merkezine dönüşme sürecine dair önemli tartışmalara odaklanır. Bu makale, süreç içerisinde güvenlik ve su meselesinin hayati bir önem taşıdığını iddia ederek, tüm şehirleşme serüveninin de söz konusu tartışma etrafında döndüğünü Osmanlı arşivleri ışığında ortaya koymayı dener.Book Part AŞİRETLERİN KISKACINDA GÖZDEN DÜŞEN ŞEHİR: 19. YÜZYILDA NUSAYBİN(PEGEM Akademi, 2022) Akman, EkremGiriş Nusaybin, Orta Çağ’ın oldukça önemli bir şehriydi. Bu çalışma, 19. yüzyılın başından son çeyreğine kadar Nusaybin’in idarî yapısına, sosyal ve asayiş olaylarına odaklanarak şehrin zaman içerisinde nasıl bir köy haline dönüştüğünü sorgulamaktadır. Vazgeçilmez bir ticari güzergâhın kavşağında yer alan Nusaybin, Osmanlı yönetiminde büyük devletlerin savaş alanı olmaktan çıkmasına rağmen, 1600’lerin ortasından itibaren Sincar eşkıyalarına ek olarak güneyden gelen Şammar ve Aneze Urban aşiretlerinin cevelangâhı olmuştur. Tüm bunlara askerî birliklerin yetersizliği de eklenince bölge adeta güvenliğin olmadığı, yerleşim yerlerinin sürekli tahrip ve talan edildiği bir alana dönüşmüştür. Çağçağ Nehri’nin aktığı havzada eskiden yapılan kanalların bozularak bataklıklara dönüşmesiyle birlikte şehir rutubetli vahim bir iklime evrilmiştir