1. Home
  2. Browse by Author

Browsing by Author "Akan, Yasin"

Filter results by typing the first few letters
Now showing 1 - 5 of 5
  • Results Per Page
  • Sort Options
  • Loading...
    Thumbnail Image
    Article
    Citation - WoS: 1
    An Evaluation on Metaphorical Defınitions of Mu’tazila Methodologists
    (Cumhuriyet Univ, Fac theology, 2024) Akan, Yasin
    Some concepts discussed in the field of religion have been the subjects of more than one discipline; and these concepts have been studied from different perspectives in each discipline. Literal meaning and metaphor, which have an important place in understanding the religious rules (religious nas), are such concepts. Although literal meaning and metaphor seem to be solely linguistic concepts, they have substantially become the subjects of many religious disciplines. Jurisprudence methodology is one of the basic religious disciplines that intensively use these concepts. Although there was no definition of metaphor in the early language sources, it has been generally accepted as "the use of words other than the meaning given in the language". Imam Shafii (d. 204/820), the author of the first work of Islamic jurisprudence methodology that has survived to the present day, and Jahiz (d. 255/869), Abu Ali al-Jubbai (d. 303/916) and Abu Hashim al-Jubbai (d.. 321/933) also used metaphor without defining the concept while basing their views. Two definitions about metaphor were narrated from Abu Abdullah al-Basri (d. 369/979-80), one of the kalam methodologists, and who first made a definition of metaphor. Although the definitions made by Abu Abdullah had a significant impact on the definitions of later jurisprudence methodologists, his close methodology scholar followers did not accept these definitions. While Jessas (d. 370/981) and Baqillani (d. 403/1013), made a simple definition that does not include intellectual considerations, Abu l-Husayn al-Basri(d. 436/1044), one of the Mu'tazila methodologists, developed a complex definition that includes theological considerations regarding metaphor. In his definition, Abu l-Husayn first pointed out that the type of address is one of the basic determining factors in order to reveal that the word is used in a metaphorical sense. In his definition, Abu l-Husayn, secondly, pointed out that the metaphoric meaning of the word, as well as its literal meaning, is made within the linguistic rules. In addition, although Abu l-Husayn did not express it clearly in his definition, in his evaluations within the framework of the subject, he emphasized that the presumption is one of the main determining factors in order to reveal that the word is used in a metaphorical sense. According to him, only if there is a presumption that prevents the use of the word in its literal sense, is the word taken to have a figurative meaning. In this study, which is about the metaphor definitions of Mu'tazila methodologists, first of all, the metaphor definitions put forward by linguists and jurisprudence methodology scholars other than Mu'tazila in the first five centuries were examined. Then, the metaphoric definitions of Mu'tazila methodologists were evaluated. Among the metaphorical definitions of Mu'tazila scholars, the definition of Abu'l-Husayn al-Basri, which takes into account the intellectual considerations of the school, was closely examined. Since the definition of Qadi Abd al-Jabbar, one of the Mu'tazila thinkers, reflecting his understanding of metaphor has not survived to the present day, his views were also examined while examining Ebu'l-Husayn's definition. Thus, it was revealed that Ebu'l-Husayn's definition of metaphor, which contains intense theological considerations in the field of jurisprudence, is basically based on Qadi Abd al-Jabbar. Finally, in our study, the effect of the definition of metaphor conveyed by Abu'l-Husayn on the methodologists of other schools was also revealed. It was stated that this definition was accepted by Fakhr al-din al-Razi (d. 606/1210), one of the methodologists in question, and Razi's views within the framework of this definition were discussed on the intellectual basis of Mu'tazila.
  • Loading...
    Thumbnail Image
    Article
    Kādî Abdülcebbâr’da Emir-irade İlişkisi ve Mutlak Emrin Delâletine Dâir Meseleler
    (2024) Akan, Yasin; 05.01. Department of Basic Islamic Sciences / Temel İslam Bilimleri Bölümü; 05. Faculty of Islamic Sciences / İslami İlimleri Fakültesi; 01. Mardin Artuklu University / Mardin Artuklu Üniversitesi
    Kelâmcı usulcüler fıkıh usulüne dâir ele aldıkları meseleleri dil ve kelâm anlayışları üzerine inşâ ettiklerinden eserlerinde kelâm ve dile dâir meseleler önemli ölçüde vurgulanmıştır. “Emir-irâde ilişkisi” konusu, fıkıh usulü kaynaklarında tartışılan, mezheplerin kelâmî anlayışları çerçevesinde temellendirilen ve onların zihin kodlarını ortaya koyan meselelerdendir. Genel olarak Mu‘tezilî usulcüler, emrin emredenin irâdesini gerektirdiğini, çoğunluğu oluşturan diğer usulcüler emrin emredenin irâdesini gerektirmediğini savunmuşlardır. Bu makalede Kādî Abdülcebbâr’ın (ö. 415/1025) emrin irâde gerektirdiği yönündeki görüşü tespit edilmiş ve bu meselenin Mu‘tezilî paradigma içerisindeki yeri ve temellendirmesi ele alınmıştır. Daha sonra emir-irâde ilişkisi noktasındaki görüşleri esas alınarak Kādî Abdülcebbâr’ın mutlak emrin delâleti ile ilgili meselelere yaklaşımı tespit edilmiştir. Söz konusu meselelerin temellendirmesinde Mu‘tezile’nin ayırıcı görüşleri olan teklîf, Tanrı’nın adâleti ve hüsün-kubuh anlayışının etkisi ortaya konulmuştur. Bu çalışmada, kelâmî bir ilke olan Tanrı’nın adâleti meselesinin emirirâde ilişkisi ve emrin delâleti çerçevesinde tartışılan usule dâir meselelerin temellendirilmesindeki yerinin belirlenmesi hedeflenmiştir.
  • Loading...
    Thumbnail Image
    Article
    Kâdî Abdülcebbâr’ın Dilin Vaz’ına Dair Kelâmî Yaklaşımı
    (2023) Akan, Yasin; Hacak, Hasan; 05.01. Department of Basic Islamic Sciences / Temel İslam Bilimleri Bölümü; 05. Faculty of Islamic Sciences / İslami İlimleri Fakültesi; 01. Mardin Artuklu University / Mardin Artuklu Üniversitesi
    Dinî disiplinlerde ele alınan her meselenin konuyla ilgili vârid olan naslar çerçevesinde temellendirilmesi ilk dönemlerden itibaren önemli bir metot halini almıştır. Dilin vazՙı meselesi de bu metot ile ele alınmıştır. Dilin vazՙını doğrudan konu edinen herhangi bir nas olmayınca bazı kesimler konuyu dolaylı olarak delil olabilecek naslar üzerinden temellendirmeye çalışmışlardır. Mu‘tezilî düşünür Kâdî Abdülcebbâr, ilk olarak dilin vazՙına doğrudan kaynaklık edebilecek naklî bir delilin olmadığını ifade etmiş ve meseleyi salt kelâmî bir zeminde temellendirmeye çalışmıştır. Kâdî Abdülcebbâr, Mu‘tezile’nin kelâm düşüncesi içerisinde önemli bir yeri olan teklîf, tevhîd, adalet ve hüsün kavramları çerçevesinde meseleye yaklaşmıştır. Öncelikle Kâdî Abdülcebbâr’ın varlık âlemindeki ilk dilin zorunlu bilgi ifade eden işaret ile ortaya çıkmış olması gerektiğini ve işaretin de Allah hakkında düşünülemeyeceğini savunarak Mu‘tezile’nin tevhîd ilkesine vurgu yaptığı ortaya konulmuştur. Sonra ise gelenek içerisinde yoğun olarak atıf yapılan teklîf, adalet ve hüsün-kubuh kavramları üzerinden meseleyi temellendirmesi incelenmiştir. Daha sonra ise dilin vazՙı ile bağlantılı olarak ve kelâmî düşünce üzerinden ele alınan dilde nakil ve şer‘î hakikatler ile ilgili görüşü takip edilmiştir. Bu çalışmada, analitik bir metot kullanılarak Kâdî Abdülcebbâr’ın dilin vazՙı meselesini sözü edilen kavramlar üzerinden kelâmî perspektifle temellendirdiği ve ilk dönem dini tartışmalar içerisinde önemli bir yeri olan şer‘î hakikatleri dilde nakil düşüncesi üzerinden izah ettiği ortaya konulmuştur.
  • Loading...
    Thumbnail Image
    Article
    Mu‘tezilî Usulcü Hâkim el-Cüşemî’nin Nesih Anlayışı
    (2025) Akan, Yasin
    Hicrî ilk beş asırda kaleme alınan fıkıh usulü eserleri, fıkıh usulünün erken dönem ilmî tariklerini, ekollere ait düşüncenin oluşumunu, gelişimini ve yer yer değişimini tespit etmede oldukça önemlidir. Hâkim el-Cüşemî’nin (öl. 494/1101) eserleri bu anlamda Mu‘tezilî düşüncenin takip edilmesi noktasında önemli kaynaklar arasında yer almaktadır. Cüşemî hicrî beşinci asırda yaşamış ve öğrenimini dönemin önemli ilim merkezlerinden Beyhak ve Nîşâbur’da tamamlamıştır. Bunun yanı sıra Cüşemî, Mu‘tezile ve Zeydiyye ekollerinin önde gelen düşünürlerinden dersler almış ve kıymetli eserler ortaya koymuştur. Cüşemî hakkında yapılan çalışmalarda onun fıkıhta Zeydî, kelamda Mu‘tezilî olduğu yönündeki yaygın kanaat tutarlıdır. Bunun yanı sıra bazı detay meselelerde Zeydî usul âlimlerini takip etmekle beraber fıkıh usulüne dair ele aldığı birçok meselede Mu‘tezilî geleneğin bir takipçisi olduğu görülmektedir. Dinî disiplinlerin birçoğunda konu edilen nesih gibi teknik bir meselede Cüşemî’nin görüşlerinin ortaya konulması Mu‘tezilî düşüncenin anlaşılması yolunda kayda değer bir adımdır. Bu çalışmada Cüşemî’nin nesih anlayışı ortaya konulurken temelde kendi eserleri ve konuya dair ekolün diğer kaynaklarına müracaat edilmiştir. Yer yer alana dair diğer klasik ve modern çalışmalara da başvurulmuştur. Cüşemî, neshe dair ele aldığı birçok meseleyi incelerken literatürdeki tartışmalı meselelere, tartışmanın taraflarına ve Mu‘tezilî geleneğin konuya dair görüş ve değerlendirmelerine yer vermiştir. Mu‘tezilî düşüncenin takipçisi olan Cüşemî, ekolün fıkıh usulü geleneğini büyük ölçüde Ebû Ali el-Cübbâî (öl. 303/916), Ebû Hâşim el-Cübbâî (öl. 321/933), Ebü’l-Hasan el-Kerhî (öl. 340/952), Ebû Abdullah el-Basrî (öl. 369/979-80) ve Kâdî Abdülcebbâr (öl. 415/1025) üzerinden takip etmiştir. Cüşemî, nesih konusuyla ilgili neshin tanımı, neshin delilleri ve neshe konu olan şerՙî hükme dair tartışmaları konu edinmiştir. Söz konusu bu meseleler hakkında Mu‘tezilî geleneğin görüşünü ortaya koyarak ekol içerisindeki tartışmalara yer vermiş ve savunduğu görüşün temellendirmesini de yapmıştır.
  • Loading...
    Thumbnail Image
    Article
    Zâhirî Usulcü İbn Hazm’ın Beyân’ın Tehiri Meselesine Yaklaşımı
    (2025) Akan, Yasin
    Kelâm ve fıkıh usulü, İslam ilim geleneğinde erken dönemlerden itibaren Müslümanların gündemindeki temel meseleleri sistematik biçimde ele alan iki kritik disiplindir. Bu iki disiplin ilim tarihimiz boyunca iç içe gelişmiş, bazı ortak meseleleri konu edinmiş ve önemli ölçüde birbirlerini etkilemişlerdir. Literatür araştırmaları, kelamda araştırılan bazı konuların teorik olarak fıkıh usulü zemininde tartışıldığını, fıkıh usulündeki bazı meselelerin ise kelamın temel prensiplerine dayandığını ortaya koymuştur. Bu disiplinlerin kesişim noktalarından biri de beyânın tehiri meselesidir. Zira fıkıh usulündeki bu tartışma kelâmî kabullerle yakından ilişkilidir. Bu nedenle beyânın tehiri meselesinin kelâm ve fıkıh usulüne yansımasının tespiti önem arzetmektedir. Geniş anlamda beyân, kural koyucunun (Şâriʿ) dini hükümleri mukellefe ulaştırmasıdır. Dar anlamda ise dinî hükümler ihtiva eden hitap ile kastedilen anlamın mükellefe bildirilmesidir. Beyânın geciktirilmesi ise söz konusu anlamın mükellefe ulaştırılmasının geciktirilmesidir. Bu bağlamda, her iki disiplinde de etkili olan ve katı bir literalist yaklaşımıyla tanınan Zâhirî usulcü İbn Hazm’ın beyânın tehiri meselesine getirdiği yorumlar dikkat çekicidir. Beyânın hacet vaktinden tehir edilemeyeceği noktasında âlimler ittifak etmişlerse de hitap vaktinden tehir edilip edilmeyeceği noktasında üç farklı görüş ileri sürmüşlerdir. Fıkıh usulcülerinin cumhuru, beyânın hitap vaktinden tehir edilebileceğini savunmuştur. Cumhûr, bu noktada hitabın mutevasını teklif ile ilişkilendirerek teklif yüklemeyene kadar hitabın beyân edilmesinin gerekli olmadığını savunmuştur. Şer’î hitapta beyânın hem hacet vaktinden hem de hitap vaktinden tehir edilemeyeceğini savunan Mu‘tezilî âlimler görüşlerini adalet ve hüsün-kubuh anlayışları üzerine inşâ etmişlerdir. Mu‘tezilî âlimler beyânın hitap vaktinden tehir edilmesinin hitabı kabîh kılacağı ve kabîh bir hitap ile hitapta bulunmanın ise Şâri teâla hakkında caiz olmadığını savunmuşlardır. Hanefî usulcüler ise hitap formları arasında fark gözetmişlerdir. Onlar âm lafzın beyânının hitap vaktinden tehir edilmesini caiz görmez iken, mücmel lafzın beyânının tehir edilmesini caiz görmüşlerdir. Zâhirî usulcü İbn Hazm’ın cumhur ile ittifak ettiği ve konuyla ilgili görüşlerini her aşamada naslarla temellendirdiği ortaya konulmuştur. İbn Hazm'a göre mesele aklî olmayıp her yönüyle naslar çerçevesinde ele alınmalıdır. Çünkü akıl tek başına ilahi eylemlerle ilgili konuları belirlemeye yeterli değildir. İbn Hazm beyânın hitap vaktinden tehir edilebileceği yönündeki görüşün Tanrı’nın istediği her şekilde tasarrufta bulunabileceği yönündeki naslar çerçevesinde temellendirmiş ve böyle bir hitabın teklif açısından da herhangi bir prıblem teşkil etmediğini savunmuştur. İbn Hazm beyânın âmel vaktinden tehir edilmesinin ise teklif açısından problem olacağını savunmuş ve bunun caiz olmadığını ileri sürmüştür. Ona göre hitabın amel vaktinden tehir edilmesi teklifi Mâ lâ yutak olup, bunun da vuku bulmadığı nasla sabittir. Dolayısıyla kelâmî argümanların yoğun olarak kullanıldığı beyânın tehiri meselesinde İbn Hazm katı literalist tutumunu korumuş ve meseleyi her açıdan nasların literal anlamıyla temellendirebilmiştir.