Tıbbi Hizmetler ve Teknikler Bölümü
Permanent URI for this communityhttps://hdl.handle.net/20.500.12514/128
Browse
Browsing Tıbbi Hizmetler ve Teknikler Bölümü by Language "tr"
Now showing 1 - 20 of 41
- Results Per Page
- Sort Options
Other Alfa-Metil benzilamin Grupları İçeren Fe3O4@SiO2 manyetik nanoparçacıklar kullanarak rasemik mandelik asidin rezolüsyonu(2012) Tarhan; Tural; Tural, Tuba; Bilsen; ServetTıbbi ve tarımsal ilaçlar, besin katkı maddeleri gibi yararlı kimyasal maddeler ve sıvı kristaller, polimerler gibi materyal bilimi için gerekli enantiyomerik saf bileşiklere olan ihtiyaç son 30 yılda giderek artmıştır. Biyolojik etken maddelerin yapı ve aktivite ilişkileri incelendiğinde tek izomerlerin hedef seçici olmalarından dolayı rasemik karışımlara göre çok daha etkin oldukları görülmektedir. Ayrıca tek enantiyomerden oluşan ilaçların ya çok az ya da hiç yan etkilerinin bulunmaması da etken maddelerin tek izomerlerinin elde edilmesine olan ilgiyi artırmaktadır. Kiral bir ilaç etken maddesinin enantiyomerlerinden birisi vücutta fizyolojik olarak değişiklik yaparken diğer enantiyomeri ya etkili olmaz ya da ciddi fizyolojik zararlara neden olabilir. Bunun sonucu olarak biyolojik sistemler ve ilaçlar arasındaki kiral tanınma oldukça önemlidir. Örneğin softenon isimli bileşiğin (R)-enantiyomeri yatıştırıcı özellik gösterirken (S)-enantiyomeri embriyoda bozukluğa yol açar. Yine benzer şekilde (S)-(-)-propranolol 1960’larda kalp hastalığının tedavisi için β-bloker olarak tanımlanmıştır. Ancak enantiyomeri (R)-(+)-propranolol gebelik önleyici olarak etki eder. Buradan anlaşıldığı gibi enantiyomerler birbirine zıt etki gösterebilirler. Bu nedenle klinik kullanımda bir bileşiğin enantiyomerik saflığı çok önemlidir. Ayrıca enantiyomerlerden biri aktif diğeri inaktif özellik gösterebilir. Kiral bir bileşik olan kloroamfenikol buna en iyi örneklerden biridir. (R,R)-kloroamfenikol antibakteriyel özellik gösterirken, (S,S)-kloroamfenikol inaktif özellik göstermektedir. Bu gibi ilaçların rasemik olarak vücuda alınmasında, gerekli birim miktardaki etken maddeyi karşılamak için rasemik karışımdan iki kat almak gerekmektedir. Ayrıca başlangıç maddeleri ve kaynakların yarısı boşa harcandığı için bu ekonomik açıdan istenmeyen bir durumdur. Bu nedenlerden dolayı tek bir enantiyomer her zaman için rasemik karışıma göre daha fazla biyolojik aktivite gösterir. Biyolojik aktivite bakımından optik saflığın öneminin giderek artmasıyla optik saflığın belirlenmesi için kesin ve güvenilir metotların geliştirilmesine ihtiyaç duyulmuştur. Ayrıca bilindiği gibi son zamanlarda tek enantiyomerli ilaç satışları dünya çapında sürekli olarak büyümektedir. Bu çalışmada kiral organik asit olan mandelik asidin rasemik karışımının rezolüsyonu düşünülmektedir. Bu maddeye benzer özellik taşıyan ve ilaç olarak kullanılan kiral organik asitlere, α-arilpropiyonik asit sınıfından olan (S)-Naproxen, (S)-Ketoprofen, (S)-Flurbiprofen, (S)-Fenilpropiyonik asid ve (S)-ibuprofen örnek olarak verilebilir. Rezolüsyonu yapılmak istenen, kiral bir organik asit olan mandelik asitin her iki enantiyomerik formuda farklı farmokolojik aktiviteye sahiptir. D-mandelik asit, antibiyotik olan ilacın aktivitesini geliştirdiği için terapatik özellik göstermektedir. D-mandelik asidin bu terapik özelliğinden dolayı tıpta kullanılan yaygın ilaçların başında gelir. L-mandelik asidin kullanım alanları, hayvan sağlığında veterinerlikte ilaç ham maddesi olarak kullanılır. Yani hayvan sağlığı ve hayvan bakım ilaçlarında, oral solüsyon olarak kullanılır. Mandelik asit uzun yıllar boyunca tıpta anti bakteriyel olarak, özellikle idrar yolu enfeksiyonları tedavisinde kullanılmaktaydı. Ayrıca cilt hastalıkları tedavisinde, cilt bakım ürünlerinde özellikle yetişkinlerdeki akne sorunlarına iyi bir tedavi sunmaktadır. Rosacea hastalığında (gül hastalığı) iltihaplanma ve kızarıklıkları gidermekte, mandelik asit ürünleri lazer öncesi ve sonrasında, deride meydana gelen tahriş ve kızarıklıkları azaltmada kullanılır. Tüm bu nedenlerden dolayı Mandelik asitin enantiomerlerine ayrılması önem arz etmektedir. Fonksiyonel grup bağlı nanoparçacıklardaki son gelişmeler, biyomedikal alandaki uygulamalar için ümit verici olmuştur. Magnetit(Fe3O4) kimyasal olarak kararlı, toksik ve kanserojen olmayan bir manyetik malzemedir. Magnetit nanoparçacıkları veya nanoparçacık agregatları enzim ve protein immobilizasyonu, RNA ve DNA saflaştırması, manyetik hücre saflaştırması ve ayrılmasında yaygın olarak kullanılmaktadır. Bu uygulamalarda özellikle süperparamanyetik magnetit nanoparçacıklar tercih edilmektedir. Çünkü süperparamanyetik özellik manyetik kompozit parçacıklarının agregasyonunu önler ve manyetik alan uzaklaştırıldığında parçacıkların çözelti içinde hızlı bir şekilde dağılmalarını sağlar. Manyetik ayırma teknikleri, klasik ayırma teknikleriyle karşılaştırıldığında bazı avantajlara sahiptir. Buna bağlı olarak son zamanlarda, biyolojik moleküllerin saflaştırılma ve ayrılması için yüzeyi uygun gruplarla kaplanmış nano ve mikro parçacıkların geliştirilmesine yönelik çalışmalar önem kazanmıştır. Fonksiyonel grup bağlamaya uygun bir platform sağladığı için silika kaplı manyetik nanoparçacık ve nanoparçacık agregatları teknolojik açıdan büyük ilgi görmektedir. Özel bir uygulama için gerekli manyetik nanoparçacıklar, yüzeyde kaplanmış olan silikanın fonksiyonel gruplarının farklılaştırılması ile kolayca hazırlanabilir. Silika, hidroksil(-OH) fonksiyonel gruplarından dolayı bir kaplama metaryeli olarak önem kazanmaktadır. Fonksiyonel grup bağlı nanoparçacıklardaki son gelişmeler, biyomedikal alanda ve ilaç endüstrisindeki uygulamalar için ümit verici olmuştur. Magnetit (Fe3O4) kimyasal olarak kararlı, toksik ve kanserojen olmayan bir manyetik malzemedir. Magnetit nanoparçacıkları veya nanoparçacık agregatları enzim ve protein immobilizasyonu, RNA ve DNA saflaştırması, manyetik hücre saflaştırması ve ayrılmasında yaygın olarak kullanılmaktadır. Bu uygulamalarda özellikle süper paramanyetik nanoparçacıklar tercih edilmektedir. Bunun yanı sıra manyetik nano parçacıkların optikçe aktif (kiral) maddelerin enantiyomerlerine ayrılmasında çok önemli rol oynayacağını düşünmekteyiz. Kiral maddeler R veya S izomerik yapıda olabilir. Bu R ve S yapıların birbirinden ayrılması ilaç dünyası için çok büyük önem taşımaktadır. Çünkü var olan ilaçların birçoğu rasemik yapıda olup, etken maddenin hem R hem de S formunu içermektedir. Oysa bir hastalığın tedavisinde kullanılacak olan etken maddenin R veya S formlarından biri hastalığın tedavisinde görev görmekte diğer form ise kimyasal atık olarak vücutta kalmaktadır. Kullanılmayan form yan etki göstermeyeceği gibi zehir etkisi de gösterebilmektedir. Bu yüzden kiral ayırma her zaman için çok önemli olmuştur.Article Altın nanomalzeme sentezi ve karekterizasyonu(2019) Baran, Mehmet Fırat; Saydut, AbdurrahmanNanobiyoteknoloji, nanobilim ve teknolojide çarpıcı ve en hızlı gelişen alanlardan biridir. Altın nanopartikülleri (AuNP'ler), yeşil sentez ile herhangi bir yüzey aktif madde, stabilizatör ve kimyasal madde kullanılmadanbıttım(Pistacia terebinthus) yaprak özütü kullanılarak elde edilmiştir. Elde edilen AuNP’lerin karekterizasyonu UV-vis, SEM-EDX, XRD, FTIR ve TGA-DTA ile yapıldı. SEM-EDX, analizi incelendiğinde sentezlenen nanomalzemelerin kristal boyutunun 100 nm’nin altında olduğu ve kristal yapısının küresel olduğu anlaşılmaktadır. UV-vis, analizi verileri gösterdiki oda koşullarında farklı zaman aralıklarında yapılan ölçümler sonucunda renk değişimi ile maksimum dalga boyunun 335 nm’de karesteristik pik verdiği görüldü. XRD analizi verilerinden kristal yapılarının boyutu 14.37 nm büyüklükte olduğu hesaplandı. Ayrıca çalışmamızda sentezlenen nanomalzemenin TGA-DTA analizi yapılarak nanoparçacıkların 1000 oC ‘ye kadar dayanıklı olduğu rapor edildiConference Object ANTİ-KANSER İLAÇ YÜKLENMİŞ MANYETİK O-KARBOKSİ METİL KİTOSAN NANOKOMPOZİTİN SİTOTOKSİSİTE ÇALIŞMALRI(2019) Tarhan, Tuba; Tural, Bilsen; Tural, ServetGünümüzde kanser kemoterapisinin en önemli sorunlarına çözüm bulmak için nanoboyutta ilaç taşıyıcı sistemler geliştirilmiştir. Nanoboyuttaki kontrollü ilaç taşıma sistemleri tümör hedeflenmesine olanak sağlamıştır. Nanotaşıyıcılar arasından, biyouyumlu polimer kaplı süperparamanyetik nanoparçacıklar dışardan uygulanan manyetik alan ile istenilen bölgeye hedeflenebilme özelliklerine sahiptirler. Bu sayede ilaç hedeflenen bölgeye güvenli bir şekilde taşınabilmektedir. Bu çalışmada daha önce sentez ve karakterizasyonu yapılmış Manyetik O-Karboksimetil Kitosan nanokompozitine anti kanser ilaç olan Topotekan yükleme çalışmaları yapılmış olup, burada topotekan yüklü manyetik O-Karboksimetil Kitosan nanokompozitinin prostat kanseri Du145 ve sağlıklı insan prostat PNT1A hücre hattı üzerine sitotoksisite çalışmaları yapılmış ve sonuçları değerlendirilmiştir. Anahtar Kelimeler: Polimer Kaplı Süperparamanyetik Nanokompozit, Topotekan, Sitotoksisite, DU145 ve PNT1AArticle Asetonla Muamele Edilmiş Docetaxelin PC3 ve PNT1A Hücreleri Üzerindeki Sitotoksik Etkisi(2021) Güngören, MuhammedBu çalışmada, prostat kanserinin tedavisinde önemli bir kemoterapötik ajan olarak kullanılan docetaxelin, insan sağlam prostat hücresi (PNT1A) ve insan kanserli prostat hücresi (PC3) üzerindeki sitotoksik etkileri araştırılmıştır. Çalışmada ticari docetaxelin saf ve asetonda bekletilmiş formu kullanılmıştır. MTT [3-(4,5-dimetiltiazol-2-il)-2,5-difenil-2H-tetrazolyum bromid] testi kullanılarak 24, 48 ve 72 saatlik inkübasyon sonrası yapılan analizlerde farklı docetaxel formlarının kullanımı arasında anlamlı bir fark bulunmadığı tespit edilmiştir (p<0.01). Elde edilen bulgular, docetaxel formlarının PC3 ve PNT1A hücreleri üzerinde doza bağımlı sitotoksik etkilerinin varlığını ortaya koymaktadır. Sitotoksik etkinin doza bağımlılığının özellikle ilk 24 saatte oldukça yüksek olduğu belirlenmiştir (PC3 için p<0.05, PNT1A için p<0.01). 48. saatte saf docetaxelin PC3 hücresi için IC50 değeri 0.0116 μg/mL, PNT1A hücresi için IC50 değeri 3.5462 μg/mL olarak hesaplanmıştır. Bu değerler docetaxelin PNT1A hücrelerinde, PC3 hücrelerine kıyasla daha düşük olsada, sitotoksik etki oluşturduğunu göstermektedir. Direnç geliştirmiş prostat kanseri hücrelerinde de terapötik etkileri olan docetaxelin ilaç taşıma sistemleri ile beraber kullanılarak sağlam hücrelerdeki hasarının azaltılması uygun bir yaklaşım olarak düşünülmektedir.Book Part BOR NİTRÜR VE TÜREVLERİNİN BİYOMEDİKAL ALANDA UYGULAMALARI(2022) Tarhan, TubaBor nitrür (BN), eşit sayıda bor ve nitrojen atomundan oluşan kovalent bir katıdır. Sergilediği olağanüstü özellikler sayesinde oldukça dikkat çekmiş ve çığır açacak yeni uygulamalar için beklentileri artırmıştır. Yapısal olarak karbon sistemine benzeyen BN'ler dört farklı poli kiristal formda bulunur: grafit benzeri altıgen BN (h-BN), eşkenar dörtgen (r-BN), elmas benzeri kübik BN (c-BN) ve wurtzite BN (w-BN) (1-3). Özellikle h-BN, iki boyutlu (2D) katmanlı yapı sunan standart koşullar altında en kararlı BN fazıdır. Bor atomları için sp2 hibridizasyonu gözlemlenir ve B-N-B veya N-B-N arasında beklenen bağ açısı 120˚ olup, grafit gibi mükemmel bir altıgen halka bağ ağı oluştururken, 2D katmanlar zayıf van der Waals kuvvetleri tarafından bir arada tutulur (2,4,5). BN nanomalzemeleri, nanoküreler, nanotüpler (BNNT), nanolifler, nanofulleren (BNFL), kuantumdot (BNQD) nanoşeritler (BNNR), ince filmler ve nanolevhalar (BNNS) gibi tüm morfolojik şekillerde bulunabilir (Şekil 1) (6,7).İlgi çekici kimyasal, fiziksel ve biyolojik özelliklerinden dolayı bor nitrür, bilimsel ve teknolojik topluluklar tarafından büyük ilgi görmüştür (4). BN malzemeleriyle ilgili yayınların sayısı son on yılda çarpıcı bir biçimde arttmıştır (bkz. Şekil 2a). Şekil 2b, 2019'daki BN materyallerinin yayın durumunu göstermektedir: yaklaşık %50'si nanomalzemelerle ilgilidir ve hem BNNT'ler hem de BNNS'ler üzerine yapılan araştırmalar yaklaşık %20'sini oluşturmaktadır. Bu raporlara göre BN sistemleri optoelektronik cihazlar (1,8,9), kuantum yayıcılar (1,10,11), yarı iletkenler (1,12), enerji depolama (1,13), termal iletkenler (1,14), kozmetik ürünler (1,15), su temizleme (1,16,17), fotokatalitik (1,18) ve ayrıca biyomedikal bilimi (1,19) vb. üzerine yapılan çalışmalar ile ilgili verileri içermektedir (1).Bu bölümde, odak noktasının in vivo ve in vitro olduğu, bor nitrürün kedisi, türevleri, bir kaplama malzemesi veya kompozit halinin biyouyumluluğu ve anti-bakteriyel özelliklerinden dolayı biyomedikal uygulamalarda kullanılabilme potansiyelleri araştırılıyor. Bor nitrür, ilaç dağıtımı, görüntüleme ve hücre stimülasyonu gibi tıbbi alanlarda bazı uygulamalar için yeni bir kapı açacaktır (20). Ayrıca, BN nanoparçacıkları van der Waals, hidrofilik, hidrofobik, hidrojen bağı ve π-π etkileşimleri gibi moleküller arası etkileşimlerin yanı sıra kovalent olmayan etkileşimler ile işlevselleştirilebilmesi sayesinde, konakçı sistemlere güçlü bir şekilde bağlanır (4,21). Moleküllerin sahip olduğu bu fiziksel etkileşimlerin (konjuge, yüzey aktif maddeler vb.) avantajlarını kullanarak kontrollü fizikokimyasal özellikleri ile farklı ortamlara homojen bir şekilde dağılırlar (4, 22). Literatürde, selüloz filmler veya lifler (4,23,24), kitosan (4,25), polietilenimin aşılanmış nanoşerit (mikro RNA'nın tanınması için) (4,26), vinil asetat kopolimeri (4,22), oktadesilamin (4,27), glukoz oksidaz biyoalgılama (4,28), poli (etilen glikol) (4,29), DNA (4,30) ve metalik nanopartiküller gibi farklı nanoparçacıkları içeren kovalent ve kovalent olmayan çeşitli işlevselleştirme metodolojileri sunulmuştur (4). Bu bileşiklerin başarısı ve performansı için en önemli konu, her türlü inorganik veya biyolojik sistem için en uygun işlevselleştirme sürecinin (biyo-nanomühendislik) seçimidir (4). Fiziksel-kimyasal modifikasyonlar ve uygulamaları için en önemli adım, nanokompleksin kimyasal olarak kararlı, iyi dağılmış ve ilgili biyolojik ortamla uyumlu olmasıdır. Böylece tanı ve tedavi amaçlı ekolojik paketleme, biyo-robotlar, tümör belirteçleri gibi biyoteknoloji ve biyomedikal alanlarda gelişmiş uygulamalara sahip akıllı nano sistemler üretilebilmektedir (4). Bu bölümde, bor nitrürün işlevselleştirilmesinin ana yöntemleri, bunların biyoteknoloji ve nanotıp alanındaki gelişmeleri ve potansiyel uygulamaları hakkında kısa bir rapor sunuyoruz.thesis.listelement.badge Chiral Resin - Coated Magnetic Nanoparticles for Resolution of Chiral Mandelic Acid(2012) Tarhan, TubaBu çalışmada, bir meyve asidi olup acı bademden elde edilen ve farmakolojik öneme sahip olan (R)- ve (S)- mandelik asidin rezolüsyonu sağlandı. (R)-mandelik asit uzun yıllar boyunca tıpta, anti bakteriyel olarak özellikle idrar yolu enfeksiyonları tedavisinde, cilt hastalıkları tedavisinde, cilt bakım ürünlerinde, yetişkinlerde akne sorunlarını gidermede, rosacea (gül hastalığı ) hastalığı tedavisinde, iltihaplanma ve kızarıklıkları gidermede kullanılmaktadır. Ayrıca yarı sentetik sefalosprinler ve penisilinlerin üretiminde anahtar bir ara madde özelliği göstermektedir. Üstelik anti-tümör ve anti-obezite ajanlarının sentezi için kiral sinton ve kiral bir ayırma ajanı olarak kullanılmaktadır. Ayrıca antibiyotik olan ilacın aktivitesini geliştirmede yaygın olarak kullanılır. (S)- mandelik asit ise daha çok hayvan sağlığında ve hayvan bakım ilaçlarında kullanılmaktadır. Farmakolojik olarak farklı etkilere sahip bu iki enantiyomerin rezolüsyonunu sağlamak tıpta ve ilaç sanayisinde önem arz etmektedir. Bu çalışmada manyetik özellik gösteren nano parçacıklar(Fe3O4) silika ile kaplandı. Daha sonra kiral ayırmada etkinliği olan bazı fonksiyonel gruplar silika üzerine kovalent bağlanarak amaca uygun bir reçine sentezlendi. Sonrasında rasemik mandelik asit karışımı hazırlanıp değişik pH' lardaki (pH 2.2; 3.5;4.0; 4.4?) fosfat çözeltisinde çözüldü. Elde edilen rasemik karışım daha önce sentezlenmiş olan manyetik nanoparçacıklar içeren reçineyle, mekanik bir karıştırıcı yardımı ile etkileştirildi. Değişik zaman aralıklarında (1 dk, 5 dk, 10 dk, 20 dk ?) alınan eluatlar eter (dietileter) ile ekstrakte edilip eter fazı evapore edildi ve geriye kalan beyaz katı n-heksan-isopropanol karışımına alınıp HPLC de analiz edilerek enantiyomerik fazlalık(e,f) hesaplandı. Manyetik nanoparçacıklar kullanılarak yapılan enantiyomerik ayırmalarla ilgili çalışmalar literatürde çok az rastlanmaktadır. Bu tür çalışmaların literatürde 2010 ve sonraki yıllarda yayınlanmaya başladığını görüyoruz. Amacımız henüz yeni kullanılacak olan bu yöntem ile gelecekte yapılacak olan bu tür çalışmalara yeni bir umut ışığı olmak ve katkıda bulunmaktır.Article Covid-19 Pandemi Sürecinde Üniversite Öğrencilerinin Depresyon ve Stres Düzeylerinin Belirlenmesi(Dergipark, 2021) Dilmen Bayar, Behiye; Yaşar Can, Sevinç; Erten, Murat; Ekmen, MahmutBu çalışma covid-19 pandemi sürecinde üniversite öğrencilerinin depresyon ve stres düzeyleri arasındaki ilişkinin belirlenmesi amaçlanmıştır. İlişkisel tanımlayıcı olan bu çalışma 565 üniversite öğrencisi ile Ağustos-Aralık 2020 tarihleri arasında çevrimiçi anket yöntemi kullanılarak yapıldı. Verilerin toplanmasında Tanımlayıcı Özellikler Formu, Algılanan Stres Ölçeği ve Beck Depresyon Ölçeği kullanıldı. Öğrencilerin % 62.1’i 21 yaş ve üstü, % 68.7’si kadın olduğu, stres düzeyinin orta değerin üstünde, depresyon düzeyinin ise orta düzeye yakın olduğu belirlendi. Ayrıca stres ölçeği toplam puanı ile depresyon ölçeği toplam puanı arasında pozitif yönlü bir ilişki olduğu belirlendi. (p<.05) Covıd-19 pandemi sürecinin üniversite öğrencilerini ruhsal anlamda etkilediği belirlendi. Bu süreçte, öğrencilerin ruhsal sağlığının korunabilmesi için gerekli desteğin sağlanması önem arz etmektedir.Article Determination of Essential Oil Composition, Antimicrobial and Antioxidant Properties of Anise (Pimpinella anisum L.) and Cumin (Cuminum cyminum L.) Seeds(ANKARA UNIV, FAC AGR, 2014) Hasimi, Nesrin; Tolan, Veysel; Kizil, Suleyman; Kilinc, ErsinIn this research, the essential oil components, antimicrobial and antioxidant properties of anise (Pimpinella anisum L.) and cumin (Cuminum cyminum L.) seed oils were investigated. The essential oil components determined by GC/MS instrument. The antimicrobial activity determined by disc diffusion method against the gram negative bacteria, namely Escherichia coli ATCC 25922, Pseudomonas aeruginosa ATCC 27853, the gram positive bacteria namely Staphylococcus aureus ATCC 25923, Streptococcus pyogenes ATCC19615 and Candida albicans ATCC10231 as the yeast. The antioxidant activities of essential oils were carried out by DPPH free radical scavenging activity method. It was determined that the main components of the anise essential oil were trans-anethole (52.94%) followed by iso-anethole (13.89%), caryophllene oxide (8.55%) and caryophyllene (29.4%); the main components of the cumin essential oil were beta-pinene (15.77%), alpha-terpinene (15:52%), 1-Phenyl-1-butanol (15:13%), cumic aldehyde (12.74%) respectively. Anise essential oil showed weak antimicrobial activity and cumin essential oil showed moderate antimicrobial activity against test microorganisms. Cumin essential oil showed strong antimicrobial activity against C. albicans with 22 +/- 0.9 mm inhibition zone diameter. P. aeruginosa showed resistance to both essential oils. The antioxidant activity of cumin essential oil (75.60%) was observed closer to ascorbic acid (78.75%), higher than BHA (50.45%) and BHT (23.54%). Although anise essential oil exhibited low activity, it has the similar activity with BHT. The scavenging activity of the samples decreasing order was ascorbic acid> cumin >BHA>BHT> anise.Article DITERPENEOIDS AND ALZHEIMER(2023) Demirel, Mehmet Ferit; Ertaş, AbdulselamSalvia L. türlerinin halk arasında kullanımı ve bilim dünyasındaki önemi her geçen gün artmaktadır. Salvia türlerinin bu kullanımının ve öneminin çoğunlukla içerdikleri terpenoid bileşiklerden kaynaklandığı düşünülmektedir. Doğal ürünlerde en bol bulunan bileşikler olan terpenoidler, bitkilerde farklı yapılara sahip bir dizi önemli ikincil metabolittir. Terpenoidler bitki büyümesi ve gelişmesinde, çevreye tepkisinde ve fizyolojik süreçlerde anahtar rol oynar. Hammadde olarak terpenoidler ilaç, gıda ve kozmetik endüstrilerinde de yaygın olarak kullanılmaktadır. Terpenoidler, farklı etkileri ve farklı etki mekanizmaları olan karmaşık bir yapıya sahiptir. Bu derlemede terpenoidlerin aktiviteleri ve mekanizmaları incelenerek terpenoid bileşikleri içerisinde önemli bir yere sahip olan diterpeneoidler üzerinde durulmuştur. Diterpen türlerinde oksijen ile daha kolay etkileşme görülmektedir. Bu yapısal farklılıkları nedeniyle doğal ürünler içerisinde diterpenler, en geniş biyolojik etkiye sahip bileşiklerdir. Alzheimer hastalığı, beyinde amiloid birikiminden kaynaklı olmakla beraber kolinerjik nörotransmisyon eksikliği ile, yaşlı nufüs üzerinde görülen yaygın bir demans şeklidir. Bu çalışmada, özellikle Salvia türlerinden ekstrakte edilen diterpeneoidlerin alzehiemer hastalığı üzerindeki etkileri ile ilgili çalışmalar derlenmiştir. Diterpeneoidlerin Alzheimer hastalığı üzerindeki çalışmaları in vitro ve in vivo şeklinde ayrı ayrı veri tabanları taranarak derlenmiştir. Sonuç olarak Salvia türlerinden ekstraksiyon ile elde edilen terpenoid türevi olan diterpenoidlerin, hala kesin bir tedavi seçeneği sunulamayan Alzheimer hastalığı üzerindeki etkinliği hakkındaki çalışmaların dikkate değer olduğu görülmektedir.Article Effect of Lambda-cyhalothrin on the Gill Phospholipid (PL) Subclass of Oreochromis niloticus(ABADER (Adıyaman Bilimsel Arastırmalar Dernegi), 2023) Kızmaz, Veysi; Satar, Elif İpek; Başhan, Mehmet; Kızmaz, VeysiFatty acids have a crucial role in providing energy and performing essential functions in living organisms. Moreover, these substances exhibit the most significant alterations in their structure based on ecotoxicological parameters when viewed from a biochemical perspective. These bioactive chemicals are present in the cellular architecture. The study of these fatty acids, crucial for maintaining the integrity and permeability of cell membranes, holds great significance for all living organisms. Consequently, doing fatty acid analysis specifically at the phospholipid level holds significant importance. The impact of lambda cyhalothrin on the fatty acid content of several phospholipid subclasses (phosphatidylcholine (PC), phosphatidylethanolamine (PE), phosphatidylinositol (PI), and phosphatidylserine (PS) in the gill tissue of O. niloticus (Perciformes: Cichlidae) was assessed using gas chromatography. The alterations in the fatty acid composition was analyzed 21 days after exposure. Following the complete extraction of lipids from gill tissue, the tissue was subsequently separated into different subclasses of phospholipids using thin layer chromatography. The samples were subjected to methylation and then evaluated using Gas Chromatography to determine the percentage of the fatty acid. After doing the analysis, a grand total of 16 fatty acids were identified. The research revealed that the primary fatty acids were 16:0 and 18:0 of saturated fatty acids, monounsaturated 18:1n-9, and polyunsaturated 18:2n-6, 20:4n-6, and 22:6n-6. Upon analyzing the distribution of fatty acids, it was observed that PC, PE, and PI included 16:0, PE contained 18:1, PE and PS contained C18:2n-6 and 20:4n-6, and significant alterations in C22:6n-3 were detected in PE. Our investigation revealed that the n-3/n-6 ratio of fish in the PE subclass was the lowest when compared to PC, PI, and PS.Article Farklı Yörelerdeki Yabani Semizotu (Portulaca Oleracea L.) ile Kültür Ortamında Yetiştirilmiş Semizotunun In Vitro Antioksidatif Kapasitesinin Belirlenmesi(2017) Güngören, Muhammed; Saydam, Sinan; Karataş, FikretBu çalışmada Elazığ, Diyarbakır, Mardin ve Batman’da doğal olarak yetişmiş olan yabani semizotu (Portulaca Oleracea L.) ile Elazığ’da kültür ortamında yetiştirilmiş semizotu (Portulaca Oleracea L.) bitki örneklerinin antioksidan aktiviteleri farklı yöntemler ile incelendi. Gölgede kurutulan bitkilerin su, etanol ve asetondaki ekstraktları alınarak her bir ekstraktın Toplam Fenolik Madde miktarı, DPPH radikal giderme aktivitesi, metal iyonları şelatlama kapasitesi ve H2O2 giderme aktivitesi tayin edildi. Analizler UV-Görünür bölge spektrofotometresi ile gerçekleştirildi. Gallik asit eşdeğeri (GAE mg/g) cinsinden toplam fenolik madde miktarının, aseton ekstraktında en yüksek, etanol ekstraktında ise en düşük ise olduğu gözlenmiştir. Aseton ekstraktındaki toplam fenolik madde miktarı, Diyarbakır örneğinde 8.38±0.62 mg/g GAE iken, kültür semizotunda ise 1.70±0.10 mg/g GAE olarak bulundu (p<0.005). Semizotu örneklerinin % DPPH giderme aktivitesinin kontrol grubuna göre düşük olduğu gözlendi (p<0.005). Üç farklı derişimde (0.2, 0.6 ve 1.0 mg/mL) % DPPH giderme aktivitesinin aseton, etanol ve su ekstraktlarında sırasıyla 3.28±0.48–56.24±1.98; 2.82±0.22–53.01±0.26; 1.64±0.46- 58.05±1.35 arasında oldukları gözlendi. Yine üç farklı derişimde (0.2, 0.6 ve 1.0 mg/mL) % metal şelatlama kapasitesi semizotu örneklerinin aseton, etanol ve su ekstraktlarında sırasıyla 0.61±0.07-34.11±1.30; 0.37±0.06-59.86±3.03; 3.98±0.26-87.61±2.41 arasında oldukları belirlendi. İki farklı derişimde (0.25 ve 0.40 mg/mL) % Hidrojen peroksit giderme aktivitesi semizotu örneklerinin aseton, etanol ve su ekstraktlarında sırasıyla 3.52±0.37-29.07±2.49; 2.03±0.18-35.78±3.12; 2.64±0.37-32.38±3.14 arasında oldukları gözlendi. Aseton ekstraktındaki % hidrojen peroksit giderme aktivitesi Diyarbakır örneğinde en yüksek iken, kültür örneğinde ise en düşük (16.22±0.85) olduğu belirlendi (p<0.005). Farklı şehir ve kültür Semizotu örneklerinde antioksidan kapasitenin farklı olduğu gözlenmiştir.Article Fe3O4/AC@SiO2@EDTA Manyetik Nano-Adsorbentin Sentezlenmesi ve Toluenin Gaz Adsorpsiyonunda Kullanılması(Bitlis Eren Üniversitesi Fen Bilimleri Dergisi, 2020) Ece, Mehmet ŞakirBu çevreci çalışma, daha derin bir bakış açısı kazandırmakla mevcut çesitli toluen adsorbsiyonu teknolojijisine katkı sunmaktadır. Bu çalışmada, hayati risk oluşturan toluenin adsorpsiyonu için nano-teknolojiden faydalanmıştır. Etilendiamin tetraasetik asit (EDTA) daha önce direkt Fe3O4’e bağlanmış olsa da bu çalışma da Fe3O4, önce aktif karbonla, sonra SiO2 ile daha sonra da EDTA ile kaplanmış, böylelikle toluen adorbsiyonu için sentezi çok basit ve adsorbsiyon kapasitesi pekiyi, literatürde rastlanmayan nano manyetik adsorbent sentezlenmiş, sentezlenen bu nano manyetik adsorbent toluen adsorbsiyonunda başarılı ve verimli bir şekilde uygulanmıştır. Toluenin gaz adsorpsiyonunda kullanılan manyetik nano-adsorbent, birlikte çökeltme ve sol-gel yöntemiyle sentezlendi. Sentezlenen manyetik nano-adsorbentin karakterizasyonu ise FTIR ve TGA/DTA analizleri ile gerçekleştirilmiştir. Adsorpsiyon işleminde önemli bir rol oynayan adsorpsiyon süresi, girişteki toluen konsantrasyonu ve adsorpsiyon sıcaklığı gibi adsorpsiyon koşulları, Merkezi Kompozit Tasarım (MKT) yaklaşımı temelli Yanıt Yüzey Yöntemi (YYY) kullanılarak optimize edilmiştir. Deneysel tasarımda, MKT ve YYY, adsorpsiyon koşulları ile adsorpsiyon kapasitesi arasındaki ilişkiyi daha iyi anlamak için bir yaklaşım geliştirmek üzere başarıyla uygulanmıştır. MKT ve YYY kullanılarak bulunan 53.36 dk adsorpsiyon süresi, 18.02 ppm başlangıç konsantrasyonu ve 26.21°C adsorpsiyon sıcaklığı gibi optimum adsorpsiyon koşulları altında, toluen için maksimum adsorpsiyon kapasitesi 484.16 mg/g olarak belirlenmiştir. Sonuçlar, manyetik Fe3O4/AC@SiO2@EDTA nanopartiküllerinin, toluenin gaz adsorpsiyonunda uygulanabileceğini göstermiştir.Article Fıstık (Pistacia vera L.) Yaprağından Gümüş Nanopartikül (AgNP)’lerin Sentezi, Karakterizasyonu ve Antimikrobiyal Aktivitesinin İncelenmesi(2019) Eren, abdullah; BARAN, Mehmet FıratBu çalışmanın amacı, fıstık (Pistacia vera L.) bitki ekstraktı kullanılarak, yeşil sentez yöntemi ile gümüş nanopartikül (AgNP)’lerini sentezlemektir. Yeşil sentez; çevre dostu ve maliyet açısından ucuz olması, kimyasal ve fiziksel yöntemlerden daha çok tercih edilen nanopartiküllerin kolay bir şekilde elde edilmesi ile bilinen biyolojik bir yöntemdir. Reaksiyon sonucunda elde edilen AgNP’ler, UV görünür spektrofotometre (UV-vis), fourier-dönüştürülmüş kızılötesi spektroskopisi (FTIR), X-Işını kırınımı (XRD), termogravimetrik ve diferansiyel termal analizi (TGA-DTA), taramalı elektron mikroskobu ve enerji yayılımlı X-ışını cihazı (SEM-EDX) kullanılarak karakterize edilmiştir. Gümüş nanopartiküllerin 460.67 nm’de maksimum absorbansa sahip olduğu görülmüştür. AgNP’lerin indirgenmesinde rol olan fitokimyasalları analiz etmek için FTIR analizi yapılmıştır. Debye-Scherrer’s denkleminden yararlanarak sentezlenen nanoparçacıkların kristal boyutunun 16.7 nm olduğu hesaplanmıştır. AgNP’lerin küresel görünümde olduğu transmisyon elektron mikroskobu ile tespit edilmiştir. Sentezlenen AgNP’lerin antimikrobiyal etkisi gram pozitif ve gram negatif bakterileri ve fungus (maya) üzerinde minimum inhibitör konsantrasyonu (MIC) metodu ile test edilmiştir. Sonuç olarak, sentezlenen gümüş nanopartiküllerin antimikrobiyal etki gösterdiği belirlenmiştir.Article Giardia intestinalis Genotiplerinin, Real-Time PCR Yöntemi ile Dışkı Örneklerinden Belirlenmesi(Türk Mikrobiyoloji Cemiyeti Dergisi, 2018) Demir, Cemil; Yiğin, Akın; Demir, Cemil; Acel, Düriye PelinAmaç: Giardia intestinalis flagellalı, Giardiyaz’a neden olan bir protozoondur ve dünya çapında önemli bir sorundur. Moleküler yöntemlerle sekiz farklı genotipi saptanan G. intestinalis’de, A ve B genotipinin, insan ve memelilerde hastalıklarla ilişkili olduğu ve farklı genotiplerin, farklı klinik tablolar meydana getirebildiği bildirilmektedir. Biz de bu bilgiler ışığında, giardiyaz tanısı almış ve G. intestinalis pozitif saptanan dışkı örneklerinde bulunan G. intestinalis genotiplerinin dağılımını real-time PCR yöntemi ile belirlemeyi ve moleküler epidemiyolojik bir veri sunmayı amaçladık. Gereç ve Yöntem: Ocak 2016-Ocak 2018 tarihleri arasında, hem nativ hem de lugol ile mikroskobik olarak incelenen dışkı örnekleri içinde G. intestinalis kist ve/veya trofozoit’i pozitif bulunan 50 G. intestinalis pozitif hastanın dışkı numuneleri çalışmaya dâhil edildi. Dışkı örneklerinden DNA izolasyonu gerçekleştirildikten sonra genotip A ve genotip B için spesifik primerler kullanılarak real-time PCR ile analiz edildi. Bulgular: Çalışmamıza dâhil edilen 50 giardiyaz tanılı hastanın dışkı örneklerinde, 28’inde (%56) A genotipi saptanırken, 17’sinde (%34) B genotipi, 5’inde (%10) ise hem A, hem de B genotipi bulundu. Cinsiyete göre saptanan genotipler incelendiğinde, erkeklerde ve kadınlarda sırasıyla 25 (%50) ve 25 (%50) olarak bulundu. Sonuç: Sonuç olarak, çalışmamız ile ülkemizde giardiyaza neden olan ama ayrımı yalnızca moleküler yöntemlerle ortaya konabilen G. intestinalis genotipleri incelenerek, G. intestinalis’in A genotipinin, B genotipine oranla biraz daha fazla olduğu belirlendi. Ülkemizde G. intestinalis’in moleküler epidemiyolojisine yönelik veriler sınırlıdır. Bu çalışmanın buna katkı sağlayacağı düşüncesindeyiz.Article Gümüş nanomalzeme sentezi ve antimikrobiyal uygulamaları(2019) Umaz, Adil; Saydut, Abdurrahman; Umaz, AdilÇevre dostu sentez yöntemlerinin her geçen gün daha etkin olması ve nanopartiküllerin (NP’lerin) kullanım alanlarının yaygınlığı bu yöntemlere olan ilginin oldukça artmasına neden olmaktadır. Biz atık durumunda ki zeytin yapraklarından elde ettiğimiz özüt ile gümüş nano partikülleri (AgNP’leri) basit, ucuz ve çevre dostu bir yöntemle sentezledik. Bu partiküllerin Ultraviyole ve Görünür Işık Absorpsiyon Spektroskopi (UVVis.), Fourıer Dönüşümlü Kızılötesi Spektroskopisi (FTIR), X-Işınları Kırınım Cihazı (XRD), Taramalı Elektron Mikroskobu- Enerji Yayılımlı X-ışını (SEM-EDX) ve Termo Gravimetrik (TGA-DTA) analizleri kullanılarak karakterizasyon işlemi yapılmıştır. Antibiyotik dirençliliği günümüz dünyasının ciddi sorunlarından biri bu sebeple elde edilen partiküllerin patojen gram pozitif Staphylococcus aureus ATCC 29213, gram negatif Escherichia coli ATCC 25922 suşları ve Candida albicans mayası üzerinde etkili bir anti-mikrobiyal aktivite gösterdiği tespit edilmiştir. AgNP’lerin MİK (Minimum İnhibisyon Konsantarasyon) değerleri sırası 0.112, 0.028, ve 0.007 olarak bulunmuşturArticle Güneydoğu Anadolu Bölgesindeki Üç Farklı İlin Üzümlerinin GC-FID Metoduyla Yağ Asitlerinin Karşılaştırılması(2019) Güngören, MuhammedBu çalışmada Mardin, Diyarbakır ve Gaziantep kuru üzümlerinin yağ asit düzeyleri belirlendi. Mardin kuru üzümünün yağ asit düzeyleri ΣPUFA % 49.60, ΣMUFA % 29.61, ΣUSFA % 79.21 ve ΣSFA % 22.02 olarak, Diyarbakır kuru üzümünün yağ asit düzeyleri ΣPUFA % 22.80, ΣMUFA % 37.72, ΣUSFA % 60.58, ΣSFA % 40.45 ve Gaziantep kuru üzümünün yağ asit düzeyleri ΣPUFA % 44.77, ΣMUFA % 27.34, ΣUSFA % 72.12, ΣSFA % 28.62 olarak tespit edildi. Mardin ve Gaziantep kuru üzümünün linoleik asit (18:2n6c) düzeyi yüksek çıkarken Diyarbakır kuru üzümünün oleik asit (18:1n9c) ve palmitik asit (16:0) düzeylerinin yüksek çıktığı gözlendi.Book Part HASTALIK TESPİTİ VE TEDAVİSİNDE BOR BAZLI KÜÇÜK MOLEKÜLLER(2022) Tarhan, TubaBor, boyut olarak karbona benzer bir yapı ile hem sp2 hem de sp3 formlarını alarak karbonu birçok yönden taklit edebilir. Nötr durumda üç değerlikli formunda, açık bir kabuğa sahip olması bakımından da benzersizdir. Bu nedenle, iyi bir Lewis asidi aynı zamanda ‘sıcak’ bir elektrofildir. Bor’un ek bir özelliği de nötron bombardımanı altında alfa parçacıkları yayma yeteneğine sahip olmasıdır. Bu özellik aynı zamanda Bor Nötron Yakalama Terapisinde (BNCT) bor bazlı moleküllerin kullanılmasının da temelini oluşturmaktadır. Son yıllarda, potansiyel terapötikler ve tespit uygulamaları için bor bazlı bileşiklerin tasarımında ve sentezinde muazzam bir gelişme olmuştur. Bu bölümde hazırlamış olduğumuz bu derleme ağırlıklı olarak Thareja, ve arkadaşları tarafından ele alınan süreçlerin ve olası sonuçların daha iyi anlaşılabilir olmasını sağlamak açısından, klinik olarak kullanılan ixazomib, tavaborole, crisaborole ve diğer molekülleri kapsayan bor bazlı küçük moleküllerin en son gelişimine vurgu yapmış olmaları sonucu konuya odaklaşmamızı sağlayarak bu derlemeye her yönden önemli derecede büyük katkı sağlamıştır [1]. Bu derleme dört bölümden oluşmaktadır: tespit ve algılama, karbonhidratlara bağlanma yoluyla hastalık tedavisi, diğer biyolojik hedeflere bağlanma yoluyla hastalık tedavisi ve BNCT. Bu alanlarda daha önceki çalışmaları kapsayan birçok iyi inceleme, kitap bölümü mevcuttur [1–11]. Hastalık tespitinde, bor bazlı moleküllerin kullanımı büyük ölçüde karbonhidrat tanınmasında boronik asit (BA) grubunun bir anahtar tanıma birimi olarak rol oynamasıdır. Fizyolojik ve patolojik süreçlerde karbonhidratların çok önemli rollerini gösteren artan sayıda kanıt vardır [12-14]. Çoğu zaman karbonhidratlar, çeşitli patolojik durumlar ve değişiklikler için biyo belirteç görevi yapmaktadır. Kanserle ilişkili antijenlerin önemli bir yüzdesi karbonhidratla ilişkili olduğundan, bu durum özellikle kanserde geçerlidir [15]. Karbonhidratların hastalıktaki önemine rağmen, karbonhidrat tanıma hastalık tespiti için BA bazlı kemosensörler veya bağlayıcılar alanı hala emekleme aşamasındadır. BA’nın bu konuda çok faydalı bir fonksiyonel grup olmasının birkaç nedeni vardır. Birincisi, kovalent bağların oluşumunu sağlayan hidroksil grupları gibi Lewis bazları için güçlü bir afiniteye sahip bir Lewis asididir.İkincisi, kovalent bağ oluşumu sulu çözeltide tersine çevrilebilir, bu çok önemlidir çünkü bağlanmadaki bu tersine çevrilebilirlik, konsantrasyon değişikliklerine yanıt olarak karbonhidratların dinamik bir şekilde saptanması için kritiktir. Üçüncüsü, birçok BA, bağ lanmaya yanıt olarak spektroskopik özellikleri değiştirecek şekilde tasarlanmıştır. Bu, hassas algılama için bir raporlama olayı verir. Dördüncüsü, BA grubu polardır ve kemosensörün suda çözünürlüğünü geliştirmeye yardımcı olur. Bu durum yakın fizyolojik koşullar altında algılama için önemlidir. Beşincisi, bir BA grubunun bir karbonhidratla bağlanma afinitesini ayarlamak için gereken parametreler iyi anlaşılmıştır [16,17]. Dolayısıyla bu durum karbonhidratlar için BA bazlı kemosensörlerin gelişimini büyük ölçüde kolaylaştırmaktadırArticle İki Farklı Lokasyona ait Altın Otunun (Helichrysum arenarium) Uçucu Bileşenlerinin Belirlenmesi ve Karşılaştırılması(Gümüşhane Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Dergisi, 2020) Umaz, Adil; Umaz, KaderBu çalışmada, 2019 yılı Haziran-Ağustos ayında iki farklı bölgede toplanan Altın Otunun (Helichrysum arenarium) Katı Faz Mikro Ekstraksiyon (SPME) yöntemi kullanılarak uçucu bileşenleri Gaz Kromatografisi-Kütle Spektroskopisi (GC-MS) ile belirlendi. Bitlis Nemrut Krater Gölü çevresindeki Altın Otu örneğinde toplam 21 adet uçucu bileşen tespit edilirken, Giresun’un Şebinkarahisar İlçesi’nin dağlık bölgelerindeki Altın Otu örneğinde toplam 33 adet uçucu bileşen tespit edildi. Bitlis Nemrut Krater Gölü çevresindeki Altın Otunda α-sedren (%26.65), α-pinen (%14.97), α-humulen (%10.65), aromadendren (%6.79), α-kurkumen (%6.31), germakren B (%4.43), α-kadinen (%3.82), ökaliptol (%3.57), α-duprezianen (%3.57) ve limonen (%2.69) uçucu ana bileşen olarak tespit edilirken, Giresun Şebinkarahisar İlçesinin dağlık alanlarındaki Altın Otuna ait örnekte α-pinen (%47.63), α-himakhalen (%17.01), α-humulen (%5.21), δ-kadinen (%4.98), γ-kadinen (%4.01) ve ökaliptol (%3.46) uçucu ana bileşen olarak tespit edildi.Presentation İLAÇ TAŞIYICI SİSTEM OLARAK MANYETİK O-KARBOKSİ METİL KİTOSAN NANOPARTİKÜLLERİN SENTEZ VE KARAKTERİZASYONU(2019) TURAL; TARHAN; TURAL, BİLSEN; TUBA; SERVET;Günümüzde kanser kemoterapisinin en önemli sorunlarından biri, kullanılan anti-kanser ilaçlarının kanserli hücreyi ayırt edici özelliğe sahip olmamaları ve yan etki olarak sağlıklı hücrelerin üzerinde de toksik etki göstermeleridir. Bu problemlere çözüm bulmak amacı ile kontrollü ilaç salım sistemleri üzerine yapılan çalışmalar artmıştır. Manyetik nanoparçacıkların (MNPs) seçimi onların yüksek manyetik duyarlılığı, biyouyumluluk, kararlılık ve çeşitli hazırlama yöntemlerinin kullanılabilirliği ile ilişkilidir. MNPs bir dış manyetik alan uygulanması ile kolayca kontrol edilebilirler ki bu antikanser maddesinin belirli bir hızda ve belli bir bölgede salıverilmesini sağlar. Böylece geleneksel teşhis ve tedavideki sorunların üstesinden gelinir. Bu malzemelerin nanoboyutu ve artan yüzey alanı/hacim oranının bir sonucu olarak araştırmacılar MNPs yapı ve özellikleri arasındaki ilişkiyi çalışmaya odaklanmışlardır. Bileşim, boyut, morfoloji ve yüzey kimyası, hem manyetik özellikleri geliştirmek hem de in vivo olarak nanopartiküllerin istenilen davranışı göstermesi için çeşitli prosesler ile ayarlanabilir. Biyomedikal alanında MNPs’in başarılı uygulamaları onların manyetik özelliğine yani dış bir manyetik alan uygulanmasıyla kontrollü dağılımına ve agregasyon derecesine özellikle bağlıdır. Bu nedenle, molekülün kararlılığının arttırılması amacıyla ya sentez süresince ya da sentez sonrası biyouyumlu bir polimer kullanılarak MNPs’in kaplanmasıyla yapılan kapsülleme işlemi, biyolojik sisteme maruz kalındığında agregat oluşumunu ve biyodegredasyonu engeller. Bu amaç doğrultusunda terapötik ajanları taşımaya elverişli, biyomedikal uygulamalarda kullanılmak üzere uygun boyutta, manyetik ve kimyasal özelliklere sahip, manyetik hedeflendirme yapılabilen, ilaç yükleme verimi yüksek, karboksil grupları ile dallanmış polimerik materyallerin sentezlenmesi ve karakterize edilmesi amaçlanmıştır. Bu çalışmada OKarboksimetil Kitosan sentezlenip XPS ile karakterizasyonu yapılmıştır.Article Investigate Nasal Colonize Staphylococcus Species Biofilm Produced(Journal of Clinical and Analytical Medicine, 2015) Demir, Cemil; İnanç, B.B.Aim: 127 S.aureus and 65 CoNS strains were isolated from patients noses’. To produce a biofilm ability was investigated using three different methods. Slime-positive and negative staphylococcies’ resistance were evaluated against different antibiotics. Material and Method: Swap samples puted 7% blood agar. Staphylococcus aureus and coagulase-negative staphylococci (CoNS) isolates biofilm produced ability were investigated using Congo Red Agar (CRA), microplates (MP) and Standard Tube (ST) methods. In addition to that, presence of antibiotic resistance of the staphylococcal isolates are determined agar disc diffusion method. Results: The rate of biofilm produc-ing Staphylococcus spp strains was found to be 72.4%, 67.7%, and 62.9%, respectively with CRA, MP, and ST tests. There was no significant relationship among the tests (p>0.05). In addition, antibiotic resistance of Staphylococcus spp. against various antibiotics was also determined by the agar disk dif-fusion method. Resistance rates of biofilm positive (BP) Staphylococcus spp for penicilin G, ampicilin, amocycilin/clavulanic acid, tetracyclin, eritromycin, gentamycin, and enrofloxacin 71.7%, 69.7%, 6.2%, 20.7%, 21.4%, 1.4%, and 0.7%, respectively. Resistance rates of biofilm negative (BN) spp for 42.6%, 23.4%, 4.3%, 14.9%, 19.1%, 0.0%, 0.0% respectively. All Staphylococcus isolates were found to be susceptible to vancomycin and teicaplonin. Although BP strains antibiotic resistance rates were observed higher than BN strains. But resistance rates were not found statistically significant (p>0.05). Discus-sion: CRA is the reliablity and specifity method to determine Staphylococcus spp. biofilm produce ability. © 2015, Journal of Clinical and Analytical Medicine. All rights reserved.
- «
- 1 (current)
- 2
- 3
- »