Tıp Fakültesi
Permanent URI for this communityhttps://hdl.handle.net/20.500.12514/3075
Browse
Browsing Tıp Fakültesi by Issue Date
Now showing 1 - 20 of 122
- Results Per Page
- Sort Options
Article Citation - WoS: 6Citation - Scopus: 4Sağlam çocuk polikliniğine başvuran 0-1 yaş bebeği olan annelerde depresyon taraması ve depresyonda etkili risk faktörlerini belirleme(2012) Battaloğlu İnanç, Betül; Aydemir, Nurcihan; Hatipoğlu, Sami; Department of Nursing / Hemşirelik BölümüSağlam çocuk polikliniğine başvuran 0-1 yaş bebeği olan annelerde Edinburgh Postnatal Depresyon Skalası (EPDS) ölçeğini kullanarak, depresyon oranlarını saptamayı ve etkili olan sosyodemografik faktörleri belirleyerek, elde edilen sonuçların diğer çalışmalarla korelasyonunu değerlendirmeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem: 20 Temmuz- 20 Eylül 2007 tarihleri arasında, 0-1 yaş arası bebeği olan anneler çalışmaya dâhil edildi. 211 anne çalışmaya katıldı, postpartum sosyodemografik veri formu ile EPDS kullanıldı. Çalışmaya katılmayı kabul etmeyen 28 annenin, 7’sinde EPDS puanlaması depresyon için anlamlı değerlerde idi. Toplam 183 annenin verileri değerlendirmeye alındı. Annelerin sosyodemografik özelliklerini belirlemek için toplam 51 sorudan oluşan postpartum sosyodemografik veri formu kullanıldı. Depresyon yaygınlığını saptamak amacıyla annelere 10 sorudan oluşan EPDS ölçeği uygulandı. Değerlendirme 30 puan üzerinden yapıldı ve kesme puanı 13 ve üzeri ( ?13) olarak alındı. Bulgular: EPDS kesme puanı ?13 alınarak hesaplanan depresyon semptomatoloji skoru %30.6’dır. Çalışmaya katılan kadınların yaş ortalaması 27.5±5.45, yaş dağılımı 18 ile 43 arasında değişmektedir. EPDS puanı yüksek olanlarda evlilikten memnuniyet düzeyinin iyi olma oranı anlamlı düzeyde düşük; evlilikten memnuniyetleri orta ve kötü düzeyde olanlarda, psikiyatrik özgeçmişi olan annelerde ise EPDS puanları anlamlı düzeyde yüksek olarak saptanmıştır (p<0.01). Eşi çalışmayan, planlanmamış gebeliği olan, doğumda annede sağlık sorunu olan,gece doğum yapan annelerde EPDS puanlaması yüksek olarak görülmektedir (p<0.05). Bebekte sağlık sorunu olduğunu belirten, bebek bakımını güç olarak tarifleyenlerde, bebeğini emzirmeyen kadınlarda EPDS puanlaması istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek olarak saptanmıştır (p<0.01). Sonuç: Doğum sonrası depresyon birçok anneyi ve bebeği olumsuz etkileyen ciddi bir sorundur. Etkin bir tedavinin mümkün olmasına rağmen, olguların yarısından azı fark edilebilmektedir. Kitlelerin taranması, antenatal dönem, doğum sonrası erken dönem ve normal sağlam çocuk izlemleri döneminde, doğum sonrası depresyon tanısı koyabilme imkanını mümkündür. Toplumu temsil eden, büyük kitlelere yapılacak topluma dayalı çalışmalar ile geçerli, etkin bir doğum sonrası depresyon taramasının tanımlanmasına ve bu tip bir taramanın klinik olarak anne -bebek açısından hizmetin artırılmasına, olan etkisinin belirlenmesine gereksinim vardır.Article Citation - WoS: 8Citation - Scopus: 8Prevalence of obesity in elementary schools in mardin, South-Eastern of Turkey: A preliminary study(2012) Battaloğlu İnanç, Betül; Bindak, Recep; Oğuzöncül, Ayşe Ferdane; Bindak, Recep; Mungan, Feride; Department of Nursing / Hemşirelik BölümüAmaç: Bu araştırmada, Mardin ilindeki ilköğretim çağı çocukları arasında obezite sıklığı, obezite ile aile ve çevre faktörleri arasındaki ilişki değerlendirildi. Materyal ve Metot: Çalışmada Mardin il merkezindeki, üç ilköğretim okulunda 6-15 yaş grubundaki, 3460 çocuğun boy ve ağırlık ölçümleri yapıldı. Beslenme alışkanlıkları ve aile-çevre faktörlerine ait bilgiler anket yolu ile elde edildi. Her öğrenci için vücut kitle indeksi (BMI) hesaplandı. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından çocuk ve adolesanlarda fazla kilolu olma ve obezitenin sınıflandırılmasında kullanılması önerilen ve 2007 yılında yayınlanan 5-19 yaş grubu çocuklar ve adolesanlar için büyüme referans değerleri baz alınarak hesaplandı. Söz konusu referans değerlerine göre vücut kitle indeksi (BMI)değeri 97. persentil üzerinde olan çocuklar obez; BMI değeri 85-97. persentil arasında olanlarda fazla kilolu olarak tanımlandı. Veriler bilgisayarda SPSS istatistik programı ile değerlendirildi. Analizler için ki-kare ve t-testleri kullanıldı. P<0.05 istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi. Bulgular: Öğrencilerin % 48.2’si kız idi. Fazla ağırlığı (overweight) olan çocuk %15.78, obez olan çocuk oranı %10.57 idi. Cinsiyete göre obezite sıklığı kız çocuklar için %9.05 ve erkek çocuklar için %11.97 idi. Erkeklerde obezite sıklığı anlamlı derecede daha yüksekti (p<0.01). 13 -15 yaş grubundaki kızların BMI ortalamaları, aynı yaş grubundaki erkeklere göre anlamlı derecede yüksekti. Sosyoekonomik düzeyi yüksek olanlarda (p<0.01), düzensiz öğün yiyenlerde (p=0.05) , günde 2 saatten fazla TV seyredenlerde (p=0.03), 6 aydan az anne sütü alanlarda (p<0,05), annesi (p<0.05) veya babası (p<0.01) obez olanlarda obezite sıklığı anlamlı derecede daha yüksek bulundu. Sonuç: Obezite bir sağlık sorunu olarak dünya çapında artmaktadır. Çocukluk çağında obez olmak ve obez ebeveyn/(ebeveynlere) sahip olmak, erişkinlikte obez olmanın risk faktörlerinden ikisidir. Yetişkinlikte, obezitenin kalıcılığı, sorunun en ciddi yönüdür. Obezitede tedavi başarı oranı, ne yazık ki yüksek değildir. Bu nedenle, rutin çocukluk çağı büyüme değerlendirilmesi için, vücut kitle indeksinin eklenerek, risk altında olanların erken tespiti ile ilgili bir önleyici strateji en akılcı yol olarak görünmektedir.Article Eski sezaryenli gebelerin demografik özellikleri ve ilk sezaryen endikasyonlarnın değerlendirilmesi(2013) Battaloğlu İnanç, Betül; Yaşar, Levent; Battaloğlu İnanç, Betül; Yaşar, Nurgül; Department of Nursing / Hemşirelik BölümüAmaç: Bakırköy Dr. Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesi antenatal polikliniğine başvuran eski sezaryenli gebelerin, sosyodemografik özelliklerini, ilk sezaryen endikasyonlarını, demografik özellikler ve ilk sezaryen endikasyonları açısından hastaneler arası ndaki farklılıkları ve sosyoekonomik faktörlerin, sezaryen istemindeki rolünü araştırmayı amaçlamıştır. Yöntem: Ağustos 2006-Mart 2007 tarihleri arasında Bakırköy Dr. Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesi antenatal polikliniğine başvuran 476 eski sezaryenli gebenin katıldığı kesitsel ve analitik tipte bir araştırmadır. Bulgular: Yaş ortalaması 28.4±4.6 olan gebelerin %68.4’ü 20-29 yaş grubundadır; toplam gebelik sayısı 2.8±1.3, parite ortalaması 1.4±0.7, yaşayan çocuk sayılarının ortalaması 1.3±0.6'dır. ‹lk sezaryen endikasyonları arasında akut fetal distres, makat geliş ve sefalopelvik uygunsuzluk ilk sıraları almaktadır. Eğitim düzeyi ve çalışma durumunun sezaryen tercihinde etkili olduğu saptanmıştır (p<0.001). Özel hastanelerle devlet hastaneleri arasında, ilk sezaryen endikasyonları açısından istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulunmaktadı r (p<0.001). Devlet hastanelerinde, makat geliş nedeniyle sezaryen daha sık yapılmaktadır. Eğitim düzeyi ve çalışma durumu açısından ilk sezaryenini özel hastanelerde olanlar ile devlet hastanelerinde olanlar arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulunmuştur (sırasıyla p=0.026 ve p=0.023). ‹steğe bağlı sezaryen olan kadınlar özel hastaneleri daha çok tercih etmektedirler (p=0.002). Sonuç: Eğitim düzeyi ve çalışma durumu, sezaryen tercihinde iki önemli faktör olup, çalışan ve belli bir eğitim seviyesine sahip olan kadınlar, sezaryeni ve özel hastaneleri daha fazla tercih etme eğilimindedirler.Article Mardin İl Merkezinde 1-6 Yaş Grubu Çocuğu Olan Annelerin Yanıklarda İlk Uygulamalarının İncelenmesi(2013) Demir, Cemil; Battaloğlu İnanç, Betül; Say Şahin, Deniz; Department of Medical Services and Techniques / Tıbbi Hizmetler ve Teknikleri Bölümü; Department of Nursing / Hemşirelik BölümüAmaç: Bu çalışmada, annelerin yanık ve ilk yardım hakkındaki bilgi düzeylerinin belirlenmesi, yanıkla karşılaştıklarında ne yapacakları, acil uygulamaların tespit edilmesi ve araştırma sonunda annelere doğru bilgi verilerek, bu konudaki bilgi eksikliklerinin giderilmesi amaçlandı. Gereç ve Yöntem: Araştırmaya katılacak olan anneler, 1-6 yaş grubu çocuğu olan, 25-49 yaş grubundaki anneler arasından, randomize olarak seçilen, araştırma hakkında bilgilendirildikten sonra, katılmak isteyen 1000 gönüllü anneye, anket yoluyla uygulandı. Bulgular: Çocukların, % 21.6’sında yanık meydana geldiği, yanıkların % 81.4’ünün ev içinde, %18.6’sının ev dışında oluştuğu, yanık vakalarına, 2-4 yaş grubunda karşılaşıldığı, annelerin yanık konusunda bilgi eksikliklerinin olduğu ve yanığa ilk müdahale konusunda, araştırmaya katılan tüm annelerin % 89.6’sının bilgilerini yeterli bulmadıkları saptandı. Sonuç: Çalışmamız sonucunda, annelerin yanıkta ilk yardım konusunda, bilgi eksikliklerinin var olduğu saptandı. Bu konuda, annelerin bilgi eksikliklerinin uygulanacak eğitim faaliyetleri ile giderilmesi, annelerin doğru uygulamalar konusunda bilgilendirilmesi gerekliliği görülmüştür.Article 5-15 yaş arası astımlı çocukların sosyodemografik özellikleri ve risk faktörleri(2013) Battaloğlu İnanç, Betül; Hatipoğlu, Sami; Battaloğlu İnanç, Betül; Sıkar, Derya; Department of Nursing / Hemşirelik BölümüAmaç: Bir astım allerji polikliniğine başvuran astımlı çocuklarınsosyodemografik özellikleri ve risk faktörlerinin belirlenmesi amaçlanmıştır.Yöntem: Tanımlayıcı nitelikteki bu araştırmada 1 Ocak 2005-31Aralık 2005 tarihleri arasında, Bakırköy Dr. Sadi Konuk Eğitim veAraştırma Hastanesi Astım Alerji Polikliniği'nde astım tanısıyla izlenen, 5-15 yaşları arasındaki 450 hastanın dosyaları retrospektifolarak taranıp, hastaların sosyodemografik özellikleri, hastalığınbaşlama yaşı, risk faktörleri araştırılmıştır. Bulgular: Olguların %60.9'u erkek, ortalama yaş 8.4±2.7 ve semptomların başlama yaşı ortalama 3.6±2.7 idi. Hastaların %95.6'sı düşük gelirli olduklarını belirten ailelere sahipken, %46.4'ü ısınmadakömür kullanıyor, %67.1'i nemli ortamda yaşıyordu. Son bir yıl içerisinde acile başvuranların oranı %66.7 iken, hastaneye yatırılmaoranı %10.9 olarak bulundu. Sonuç: Çalışmamızda değerlendirilen astımlı çocukların sosyodemografik özellikleri ve risk faktörleri literatür ile uyumlu bulunmuştur.Article Mardin ili ilköğretim okulu öğrencilerinin fiziksel şiddete maruziyetleri ve yaklaşımları(2013) Çifçi, Sema; Battaloğlu İnanç, Betül; Değer, Vasfiye; Department of Nursing / Hemşirelik BölümüAmaç: Bu çalışma, ilköğretim okulu öğrencilerinin, fiziksel şiddete maruz kalma sıklığı ile fiziksel şiddet hakkındaki düşünce, tutum ve davranışlarını saptamak amacıyla yapılmıştır. Gereç ve Yöntem: Mardin il merkezinde bulunan, ilköğretim okullarının tümü araştırma kapsamına alınmıştır. Her okulun, tüm beşinci ve sekizinci sınıf şubelerinden, rastgele yöntemle, 1351 öğrenciye anket uygulanmıştır. Bulgular: Öğrencilerin %50,6,sı kız, %49,4,ü erkektir. Öğrencilerin ortalama yaşı 11,9, evlerinde yaşayan ortalama kişi sayısı yedi, ortalama çocuk sayısı üçtür. Öğrencilerin, %13,1\\\'i babalarının annelerine en az bir kez fiziksel şiddet uyguladığını ifade etmişlerdir. Öğrencilerin %42,6\\\'sı en az bir kez, %30,7\\\'si ise, halen, ara sıra, fiziksel şiddete maruz kalmaktadır. Erkeklerin, fiziksel şiddete maruziyetleri, kızlardan yüksektir (p<0,01). Çocukların sınıfları büyüdükçe gördükleri fiziksel şiddet sıklığı azalmaktadır (p<0,01). Babanın eğitim düzeyi yükseldikçe, fiziksel şiddet uygulama eğilimi azalmaktadır (p<0,01). Aile içi şiddetin olduğu ailelerde, çocukların şiddete maruziyeti yüksektir (p<0,01). Öğrencilerin %15,7’si halen fiziksel şiddet içeren kavga etmeyi sürdürmektedir, %5,i fiziksel şiddeti bir çözüm olarak görmektedir. Çıkarımlar: İlköğretim öğrencilerinin fiziksel şiddete maruziyetleri ve fiziksel şiddet uygulamaları oldukça yaygındır. Bu nedenle temel sağlık hizmetlerinin sunumu içerisinde, çocuk istismarı ve ihmalinin birincil, ikincil ve tersiyer önleme çalışmalarına gereken önem verilmeli, konu ile ilgili resmi ve gönüllü oluşumlar sorunun çözümünde çok disiplinli bir yaklaşımla birlikte çalışmalı, yapılan programlar yasal düzenlemeler ile desteklenerek devlet düzenlemelerinde yer almalıdır. (Türk Ped Arfl 2013; 48: 226-34)Article 15-49 yaş arası annelerin anne sütü ile ilgili uygulamaları ve etki eden faktörler(2013) Battaloğlu İnanç, Betül; Department of Nursing / Hemşirelik BölümüAmaç: Bu çalışmada, 15-49 yaş arasındaki annelerin bebeklerinibesleme durumlarının ve emzirme konusundaki uygulamalarınınsaptanması ve etki eden faktörlerin belirlenmesi amaçlanmıştır.Yöntem: Mardin Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi,Kadın Doğum Polikliniğine 1 Ekim-30 Kasım 2012 tarihleri arasında başvuran, 15-49 yaş arası kadınlardan basit rastgele örneklemeyöntemi ile seçilen 330 anne çalışmaya dahil edildi. Amaca uygunolarak hazırlanmış bir anket, yüz yüze görüşme tekniği ile katılımcılara uygulandı. Bulgular: Yaş ortalaması 28.2±5.2 olan kadınların %23.5'i annesütünü ilk 6 ay, %24.4'ü 12 aya kadar, %40.8'i 24 aya kadar ve%11.3'ü 24 aydan fazla süre bebeklerine vermişlerdi. Kadınların%69.1'i ilk 6 ay, sadece anne sütü vererek bebeklerini beslemişlerdi. Bu besleme tarzı, annelerin eğitim düzeyi arttıkça artış göstermekteydi (p=0.017). Ek gıdaya 6 aydan sonra başlayanlar dahaçok yüksekokul ve üniversite mezunları idi ve eğitim seviyesininazalmasıyla istatistiksel olarak anlamlı düzeyde olmasa da bu süreden sapmalar görülmekteydi (p>0.05) Yüksekokul ve üniversitemezunları anne sütü ile ilgili bilgileri daha çok ebe-hemşire ve doktordan alırken, eğitim düzeyi düştükçe bu bilgiler aile ve çevredenalınmaktaydı (p=0.018). Sonuç: Annelerin büyük çoğunluğu bebeklerine anne sütü vermelerine karşın, eğitim düzeyi düştükçe ek gıdaya başlama yaşı konusunda yanlış uygulamalar artmaktadır. Öte yandan eğitim düzeyidüştükçe anne sütü verme süresi uzamaktadır.Letter Citation - WoS: 6Citation - Scopus: 6Metabolic Syndrome in School Children(TURKISH PEDIATRIC ENDOCRINOLOGY & DIABETES SOCIETY, 2013) Battaloğlu İnanç, Betül; Department of Nursing / Hemşirelik BölümüThe problem of excessive weight and obesity is increasing world-wide. According to the World Health Organization (WHO), there are over 1.6 billion overweight and 400 million obese people in the world; in 2015, these figures are expected to reach 2.3 billion and 700 million, respectively. Ninety percent of obese adolescents are at risk of becoming obese adults; 75% of obese 12-year-olds go on to become obese adults; of 7-year-olds, 41% of obese ones become obese in adulthood; 25% of those obese in the pre-school period become obese adults; and 14% of obese infants are at risk of becoming obese adults. The presence of childhood obesity increases the risk of non-communicable diseases such as metabolic syndrome (MS), type 2 diabetes mellitus (DM), hypertension (HT), hyperlipidemia, cardiovascular disease, and certain cancers (1). In clinical studies, the prevalence of MS in childhood was found to be approximately 3-4%. The aim of the present study was to evaluate the prevalence of MS in southwest part of Turkey.Article Citation - WoS: 3Citation - Scopus: 57-15 years of age group children' hypertension and obesity(2013) Battaloğlu İnanç, Betül; Department of Nursing / Hemşirelik BölümüAmaç: Mardin ili, ilköğretim okullarındaki öğrencilerde, hipertansiyon ve obezite değerlendirilmesi amaçlandı. Gereç ve Yöntem: Tanımlayıcı tipteki bu çalışma, Mardin ilinin, farklı sosyoekonomik düzeyindeki, üç ilköğretim okulunda, 3460 öğrenciyle yürütüldü. Öğrencilerin, obeziteleri Dünya Sağlık Örgütü’ne (WHO), kan basınçları Amerikan Pediatri Akademisi’nin yayınladığı standartlara göre tanımlandı. Çalışmanın verileri SPSS paket programında, ki-kare testi ile değerlendirildi. İstatistiksel anlamlılık p <0.05 olarak belirlendi. Bulgular: Fazla ağırlığı olan çocuk % 15.78, obez olan çocuk oranı % 10.57’ dir. Obezite sıklığı kız çocuklar için % 9.05 ve erkek çocuklar için % 11.97’ dir ( p<0.01). Öğrencilerin % 1.30’ unda presistolik hipertansiyon, % 2.02’ sinde sistolik hipertansiyon, % 2.65’ inde prediyastolik hipertansiyon ve % 2.74’ ünde diyastolik hipertansiyon görüldü. Ailesinde hipertansiyon olanlar ve onların çocukları arasında hipertansiyon ilişkisi yoktu. İki saatin üzerinde televizyon seyreden çocuklarda, obezite mevcuttu ( p=0.03). Sonuç: Okul sağlığı açısından, hipertansiyon ve obezite değerlendirmeleri gereklidir. Bu nedenle okul çağı çocuklarının muayenelerinde, bu konu mutlaka yer almalı, hipertansiyon ve obezite konusunda öğrencilere ve ailelerine eğitimler verilmelidir.Article Citation - WoS: 7Citation - Scopus: 10Metabolic Syndrome in School Children in Mardin, South-Eastern of Turkey(AVES Ibrahim Kara, 2014) Battaloğlu İnanç, Betül; Department of Nursing / Hemşirelik BölümüAmaç: Okul çocukları popülasyonunda, metabolik sendrom (MES) prevelansının tespit edilmesi amaçlandı.Gereç ve Yöntem: Türkiye'nin güneydoğusundaki, Mardin şehir merkezinde, üç ilköğretim okulundaki, 7-15 yaşları arası, üç bin dört yüz altmış çocuk, Nisan-Mayıs 2011'de çalışmaya dahil edildi. Yaş, cins, boy, ağırlık, bel çevresi, kalça çevresi, bel/kalça oranı, sistolik ve diyas tolik kan basınçları ölçüldü ve kan testleri kaydedildi. MES tanısı için Uluslararası Diyabet Federasyonu (IDF) kriterleri kullanıldı.Bulgular: Çocukların %9,42'si fazla kilolu ve %8'i obezdi. Obezite kızlarda %9,1, erkekler de %6,9'du. Obezite prevelansı, kızlar arasında erkeklerden daha yüksek ve anlamlıydı (p<0.001). Vücut kitle indeksi (VKI) ve bel ve kalça çevresi, bel/kalça oranı, sistolik ve diyasto lik kan basıncı, trigliserid arasında pozitif korelasyon bulundu (p=0.0001). Total kolesterol, trigliserid, VKI, sistolik ve diyastolik kan basıncı obez MES'lu grupta, obez olmayanlardan anlamlı farklı idi (p<0.05). Kızların bel/kalça oranı referans değerleri, erkeklerinkinden anlamlı olarak daha yüksekti (p>0.05). MES prevelansı %6,3'tü. MES, kızlarda ve obezlerde daha yüksekti. Obez çocuklarda MES oranı %30,3'tü.Sonuç: Çocukluk döneminde obezite, hipertansiyon ve MES sıklığı her geçen gün artmakta dır. Santral obezite ve yüksek vücut kitle indeksine sahip olan çocuklar, MES için daha dikkat li değerlendirilmelidir. Ve toplumun yaşam kalitesi, yaşam tarzı değişiklikleri ile risklerin azaltılması yoluna gidilerek, gerekli tedavi ve takiplerle sağlanmalıdır.specialist-thesis.listelement.badge Brakial Pleksus Bloğunun Pletismografik Variabilite İndeksi ve Perfüzyon İndeksi ile Değerlendirilmesi(Harran Üniversitesi, 2021)Amaç: Blok başarısının değerlendirilmesi için kullanılan geleneksel yöntemler zaman alıcıdır ve hasta kooperasyonuna ihtiyaç duyar. Bu çalışmanın amacı; Perfüzyon İndeksi ve Pletismografik Variabilite İndeksinin brakiyal sinir blokajının başarısını tahmin etmek için kullanılıp kullanılamayacağını değerlendirmektir. Materyal ve metod: Bu çalışmaya 18-65 yaş arası, elektif veya acil cerrahi operasyona alınan 34 hasta dahil edildi. Brakialpleksus bloğu uygulandı. Kardiyak hastalığı, kronik obstrüktif akciğer hastalığı ve astım hastalığı olanlar çalışma dışı bırakıldı. Hastaların yatak başı, noninvaziv, seri pletismografik variabilite indeksi (PVI) ve perfüzyon indeksi (PI) ölçümleri, blok uygulanan elin dördüncü parmak ucundan Radical-97 PulseOksimetre cihazı kullanılarak yapıldı. Bulgular: Blok yapılan koldan ölçülen PVI değerleri karşılaştırıldığında; 0 ile 5. dk, 5. dk ile 10. dk ve 0 ile 10.dk arasındaki farklılık istatistiksel olarak anlamlı bulundu. PI değerleri 0 ve 5.dk, 5 ve 10.dk, 0 ve 10.dk olarak karşılaştırıldığında değişimler istatistiksel olarak anlamlı bulundu. ( p<0.05) Sonuç: Çalışmamızda PI ve PVI değerindeki değişimlerin istatistiksel olarak anlamlı olduğu görüldü. ( p<0.05) PVI ve PI arasında istatistiksel olarak anlamlı korelasyon saptanmadı.Article Citation - WoS: 2The Significance of Frontal Plane QRS-T Angle for Estimating Non-Dipper Hypertension(Cureus, 2022) Karahan, Mehmet Zülkif; Karahan, Mehmet Zülkif; Department of Internal Medical Sciences / Dahili Tıp Bilimleri BölümüObjective: The frontal QRS-T angle (fQRS-T) is linked to myocardial ischemia and ventricular arrhythmias. On the other hand, non-dipper hypertension is a risk factor for cardiac adverse events. The objective of this research was to determine whether the fQRS-T, a marker of ventricular heterogeneity, could be used to predict non-dipper hypertensive individuals in the lack of left ventricular hypertrophy. Methods: The observational study was carried out retrospectively. Patients diagnosed with hypertension were included in this study. Blood tests were routinely conducted for all patients. Electrocardiography (ECG) was conducted for each patient and echocardiography was performed. Blood pressure (BP) values were collected from the ambulatory Holter records. According to ambulatory Holter monitoring, the individuals were separated into two groups. The association between fQRS-T and hypertension was investigated. Results: The research involved 123 patients, with an average age of 51.85±8.22 years, comprising 76 women (61.8%) and 47 males (38.2%). According to ambulatory Holter monitoring, patients were separated into dippers (n=65) and non-dippers (n=58). There were no statistically significant in the laboratory and echocardiographic variables (p>0.05). QT dispersion (QTd) and fQRS-T were substantially greater in the non-dipper group than in the dipper group (p=0.043 and p<0.001, respectively). Independent determinants of non-dipper status were determined by univariate and multivariate logistic regression analyses. fQRS-T was found to be the only independent indicator of non-dipper status (OR: 1.03, 95%CI: 1.02-1.06, p<0.001). Conclusion: The fQRS-T may be a useful marker for estimating non-dipper hypertensive individuals in the lack of left ventricular hypertrophy.Article Vatanından Uzakta Ölmek” Palyatif Bakım Kliniğinde Ölen 7 Suriye Uyruklu Hasta ve Ülkemizin Sığınmacıların Sağlık İhtiyaçlarını Karşılamadaki Rolü(2022) Akelma, Hakan; Karahan, Mehmet Zülkif; Department of Surgical Medical Sciences / Cerrahi Tıp Bilimleri Bölümü; Department of Internal Medical Sciences / Dahili Tıp Bilimleri BölümüSavaşlar, iç çatışmalar telafisi mümkün olmayan yıkımlara neden olup, en çok da sivilleri etkilemektedir. Yıkımın etkisi başta ikincil şahıslara ihtiyaç duyan çocuk, yaşlı ve kadınlar için daha belirgindir. Şu anda dünyadaki sığınmacıların yarısından fazlası Suriye’de hayatlarını kurtarmak için ülkelerinden ayrılmak zorunda kalan sığınmacılardan oluşmaktadır. Siyasal, sosyal, kültürel ve ekonomik açıdan toplumu ve bireyleri etkileyen yurdundan edilme durumu sağlık sorunlarını da beraberinde getirmektedir. Sığınmacılar zor yaşam koşulları, barınma, beslenme, şiddet ve psikolojik travmalar gibi birçok neden ile sağlık bakım sisteminde en kırılgan ve savunmasız gruplardandır. Kendi yaşam alanlarından zorunlu olarak ayrılan bireylerin yaşam konforlarının azalması ve yaşadıkları psikolojik yıkım, beraberinde bulaşıcı hastalıklar, kardiyovasküler hastalıklar, diyabet, kanser ve akciğer hastalıkları gibi kronik hastalıkların riskini artırmaktadır. Bu hastalıklara bağlı palyatif bakım ünitelerine yatışlar artmakta ve bu kliniklerde yaşam koşullarından daha iyi şartlarda sağlık hizmeti almakta ancak hastalıklarının şiddetine göre ölümler gerçekleşmektedir. Türkiye, sığınmacılara mümkün olan en iyi yaşam koşullarını ve kapsamlı insani yardımı sağlamaktadır. Sığınmacılar hem kamplarda hem de barındıkları iskânlarda tüm sağlık hizmetlerini sürdürmektedir. Bu sığınmacılar aynı şekilde gerekli durumlarda palyatif bakım hizmetlerinden faydalanmaktadır. Bu çalışmanın amacı palyatif bakım kliniklerde özellikle kanser, diyabet ve diğer kronik hastalıklar sonucu hayatını kaybeden sığınmacı hastaların değerlendirilmesi ve bunun yanında ülkemiz sağlık bakımındaki desteğini vurgulamaktır.Article An Evaluation of Cardiovascular Risk Factors Among Military Personnel: A Study Conducted in Turkey(2022) Günlü, Serhat; Karahan, Mehmet Zülkif; Department of Internal Medical Sciences / Dahili Tıp Bilimleri BölümüBackground: Cardiovascular (CV) risk factors are associated with high morbidity and mortality rates; however, prevalence data for Turkish military members are unknown. Aim: This study determines how common cardiovascular risk factors are among military members in the Corps Command Military Unit and how they relate to socio-demographic parameters. Materials and Methods: A cross-sectional research was conducted with 25222 active-duty individuals. A questionnaire was used to assess cardiovascular risk factors. This study included patients with more than two risk factors or current cardiac complaints. ECGs, echocardiograms, and biochemical testing were performed. Results: The study employed 835 individuals with an average age of 19.43±2.12 years. 19.6% of them had hypertension, 5.6% had dyslipidemia, 39.6% were smokers, 2.4% had diabetes mellitus, and 9.8% had a positive family history. Physical activity frequency was not observed in 54% of the patients before enlisting in the military. There was a significant positive correlation between smoking and mental stress (r=1.07, p<0.001). Conclusion: In terms of cardiovascular risk, hypertension and smoking were found to be the most prevalent among the Corps command staff. Therefore, this study provides compelling evidence that military healthcare providers should conduct annual periodic checks on those at risk for cardiovascular diseases.Article Citation - WoS: 2Citation - Scopus: 2Thiol–disulfide balance and trace element levels in patients with seasonal allergic rhinitis(African Health Sciences, 2022) Savaş, Hasan Basri; Gunizi, Huseyin; Department of Basic Medical Sciences / Temel Tıp Bilimleri BölümüAbstract Background: The prevalence of allergic diseases is gradually increasing worldwide. The most common such allergic disease is allergic rhinitis (AR). Objective: The present study investigated the possible relationship between seasonal AR and the thiol-disulfide balance and zinc and copper levels in adult individuals. Study Design and Methods: 130 male and female adults were included in the study. The participants’ serum thiol-disulfide balance and zinc and copper levels were measured spectrophotometrically using commercial kits. Statistical significance was accepted as p < 0.05 between the groups. Results: The serum copper (p = 0.001), native thiol (p = 0.006), reduced thiol (p < 0.001), and thiol oxidation reduction ratio (p < 0.001) levels were significantly lower in the seasonal AR group than in the control group. Conclusion: In AR patients, the low level of copper, which is an important trace element, the deterioration of the thiol-disulfide balance, which represents a unique indicator of the oxidant-antioxidant balance, the increased disulfide level caused by oxidative stress, and the decreased native thiol level can all serve as important biochemical markers.Article Evaluation of Children with Hearing Loss in a Special Education Centre in Mardin by TEDIL-3 Test(Kulak Burun Boğaz ve Baş Boyun Cerrahisi, 2022) Sarı, Neslihan; İmrak, İbrahim Halil; Department of Surgical Medical Sciences / Cerrahi Tıp Bilimleri BölümüABS TRACT Objective: To assess the conditions based on Early Language Development Test (TEDIL-3) scores after rehabilitation in children with hearing loss who continue special education in a single centre in Mardin, a city in southeast Türkiye. Material and Methods: Demography, auditory findings, depression status of 53 (53% male, 47% female, aged 3-7 years) children, given a special education, in July and October 2021, were evaluated by TEDIL-3 test. Group P consisted of patients with scores above average and F group consist of children having scores below average on the TEDIL-3 test. Scores in different characteristics and between groups were compared with analysis of correlations and factor analysis. Results: As a result of the study, 30 (57%) children have been found to be in Group P, 23 (43%) of them in Group F. Statistical significance and higher scores were seen in children with families with monolanguage than bilanguage (p<0.05). Diagnosis age was higher in Group F (mean±SD; 18.5±18.1) than group P (mean±SD; 7.5±11.4). Cochlear implant age was correlated with diagnostic age (p=0.013, n=35, r=0.64). Although neonatal hearing screening (NHS) does not have prognostic significance, in the NHS, 41.5% of children were false positives and 7.5% of them had no application to NHS (p>0.05). Conclusion: Bilingualism and the higher age of diagnosis in hearing loss are major negative factors that we encounter in the auditory rehabilitation by TEDIL scores in Mardin. Correct and compulsory implementation in NHS and raising awaireness on both issues will contribute to auditory rehabilitaion in children in MardinBook Beslenme Biyokimyası(Nobel Akademik Yayıncılık, 2022) Savaş, Hasan Basri; Department of Basic Medical Sciences / Temel Tıp Bilimleri Bölümü-Other Maksillofasiyal Travma ve Zor Havayolu Yönetimi: İki Olgu Sunumu(Mardin Artuklu Üniversitesi, 2022)Giriş ve Amaç: Maksillofasiyal travmalı hastalarda bozulan anatomi ve travmaya sekonder gelişen ödem nedeniyle hava yolu yönetimi hızla müdahale edilmesi gereken bir durumdur. Travma hastasının değerlendirilmesinde ve yönetilmesinde öncelikle, hava yolu güvenliği sağlanmalı ve servikal omurga stabilize edilmelidir. Bu yazıda; ateşli silah yaralanması sonucu maksillofasiyal travma gelişen iki olguda uygulanan anestezi yönetiminin literatür eşliğinde tartışılması amaçlandı. Gereç ve Yöntem: Bu çalışmada iki hastanın hastane bilgi sistemindeki kayıtları ve anestezi kayıtları incelendi. Hastaların perioperatif özellikleri, cerrahi endikasyonu, anestezi tekniği ve komplikasyonları kaydedildi. Bulgular ve Sonuç: Maksillofasiyal travmalı hastalar; yüz kemikleri ve yumuşak dokulardaki hasarlanmaya bağlı olarak kısa sürede gelişebilen hava yolu ödemi, kan, pıhtı, yabancı cisim, kırık kemik fragmanları gibi hasarlı doku veya travmaya neden olan ana materyalin hava yolunu kapatabilmesinden kaynaklı aspirasyon riski nedeniyle hızla hava yolunun garantiye alınması gereken özellikli hasta grubudur. Yazımızda ateşli silah yaralanması sonucu maksillofasiyal travma gelişen iki olgudaki hava yolu yönetimini tartışmayı amaçladık.Article Citation - WoS: 0Citation - Scopus: 0Investigation of the effect of comorbid psychopathologies on glycemic control in children and adolescents with type 1 diabetes mellitus(Turkish J Clinical Psychiatry, 2022) Özbek, Mehmet Nuri; Kardaş, Ömer; Demiral, Meliha; Özbek, Mehmet Nuri; Department of Internal Medical Sciences / Dahili Tıp Bilimleri BölümüObjective: The presence of comorbid psychiatric conditions in chronic diseases makes the management of the disease difficult. Our study, we aimed to examine the relationship between psychiatric comorbid conditions and glycemic control in children and adolescents with Type 1 Diabetes. Method: In our study, depending on the number of patients, good and moderate controls were evaluated as a single group, and HbA1c levels of 8.5 and below were included in this group. Children for Depression Inventory (CDI), Screen for Child Anxiety-Related Emotional Disorders (SCARED), Turgay Child and Adolescent Behavioral Disorders Based on DSM-IV Screening and Evaluation Scale were applied. The case and parents were evaluated with K-SADS-PL.Among 778 diabetic patients who were followed up in the pediatric endocrinology clinic, 73 cases between the ages of 8 and 17 who were followed up regularly, who did not have any comorbidities and who accepted to participate in the study were evaluated psychiatrically. Results: Of the 73 cases included in the study, 29 were accepted as the patients with good glycemic control (HbA1c <= 8.5 mg / dl), and 44 as with poor glycemic control (HbA1c>8.5mg / dl). In cases with poor glycemic control, parents' education level and income level were significantly lower, while the rate of attention deficit and hyperactivity disorder, major depressive disorder, social anxiety disorder and psychopathology was significantly higher. Discussion: The findings of this study revealed that there are many factors affecting glycemic control and there is a strong relationship between glycemic control and psychopathologies.Article Citation - WoS: 0Citation - Scopus: 0Evaluation of Early and Midterm Mitral Valve Repair Results in Consecutive Severe Mitral Regurgitation Patients(PROGRESS IN NUTRITION, 2022) Deniz, Hayati; Deniz, Hayati; Department of Surgical Medical Sciences / Cerrahi Tıp Bilimleri BölümüStudy Objectives: Surgical valve repair for mitral regurgitation has significant advantages over valve replacement. In this study, we aimed to investigate the early and mid-term results of mitral valve repair using current techniques in order to find out independent risk factors affecting the early and mid-term outcomes. Methods: We retrospectively studied firstly 192 consecutive adult patients (mean age: 43.2±12.3; 120 females and 72 males) who underwent primary mitral valve repair between January 2012 and July 2018. Risk factors affecting the need for re-operations and late survival were determined via univariate and multivariate analyses. Actuarial survival and event-free curves were compared by linear regression analysis. Results: Operative mortality was 2.6% (5 deaths 0–30th. postoperative day (POD). Late mortality was 3.7% (7/187). Reoperation was required in 16 (8.3%) patients. Kaplan–Meier actuarial survival was 95.8%±2.3% at a mean of 43 months. Survival free from reoperation was 92.8%± 4.2% at 60 months. Multivariate analysis demonstrated that residual NYHA class III and IV, low preoperative ejection fraction, and ischemic MR were independent predictors of mortality. Conclusion: We concluded that mitral valve repair showed excellent survival (except ischemic MR), acceptable re-operation rate with satisfactory valve function in a mid-term follow-up period.