Browsing by Author "Akman, Ekrem"
Now showing 1 - 19 of 19
- Results Per Page
- Sort Options
Article 19. Yüzyılda Mardin Kadın Vakıfları ve Kadınların Mülkiyet İlişkileri(Vakıflar Genel Müdürlüğü, 2022) Akman, EkremÖz Bu çalışmanın konusu 19. yüzyılda Mardin’de kadınların kurduğu vakıflar, kadınların vakıflar bağlamında iktisadî rolleri ve mülkiyet ilişkileridir. Makalede cevabı aranan temel soru, kadın vakıflarını diğerlerinden ayıran özellikler, kadınların vakıflar aracılığı ile ortaya koydukları sosyal ve iktisadî faaliyetler etrafında gelişen mülkiyet ilişkileridir. Mülk sahibi olarak vakıf kuran, vakıflarda mütevelli ve lehdar olarak kadınların iktisadî ve sosyal rollerinin derecesi çalışmanın temel problemidir. Çalışmada öncelikle Mardin’de kadınların 19. yüzyılda kurdukları vakıflar; vakfiyeler, şer’iyye sicilleri ile arşiv belgeleri temel alınarak tespit edilmiştir. Bu çalışmanın amacı, Mardinli kadınların 19. yüzyılda kurdukları vakıfları tanıtarak, Osmanlı toplumunda kadın ve mülkiyet ilişkileri hakkındaki tartışmalara Mardin örneği bağlamında katkı sağlamaktır. Kadın vakıfları ve kadınların mülkiyet ilişkilerine dair literatür taramasına ve alandaki tartışmalara kısaca değinildikten sonra Mardinli kadınların kurdukları vakıflar tespit edilerek özelliklerine değinilmiştir. Makalede, ayrıca vakıf kurucusu, mütevelli ve lehdar olarak kadınların vakıflardaki rolleri ve diğer akrabalarıyla mülkiyet ilişkileri ve mücadeleleri de ortaya konmuştur.Master Thesis 19. YÜZYILIN İKİNCİ YARISINDA SİVEREK (Şehir, Mekân ve İnsan)(2017) Akman, EkremBu araştırmanın konusu, Osmanlı idaresinde klasik bir sancak ve kaza merkezi olan Siverek’te 19. Yüzyılın ikinci yarısındaki yönetim, şehir mekânı ve toplumsal hayatı birey odaklı olarak ortaya koymaktır. Siverek, İslam hakimiyeti öncesinden kalma, mevcut höyük şeklindeki toprak yığma kalesi, Artuklu ve Osmanlı döneminde inşa edilen, camiler, hamamlar, han, bedesten ve konakları ile özgün özellikleri olan bir Osmanlı/İslam şehridir. Bölge coğrafyası ve iklim şartlarının mekâna yansıyan fiziki yapısına uygun yaşam koşullarının şekillendirdiği düz damlı bitişik evleri, dar ve düzensiz küçeleri ve farklı dini cemaatlerin aynı sokakta oturdukları mahalleleri ile mütevazı bir şehirdir. 19. yüzyılın ikinci yarısında şehrin sosyal idari, siyasi ve toplumsal hayatı Şeri’ye sicilleri ve arşiv belgeleri temelinde araştırılmıştır. Tanzimat reformlarının ve I. Meşrutiyetin şehirdeki sosyal, idari ve adli yansımalarının yanında, genel tarih içinde sesleri ve renkleri duyulmayan (kadınlar, erkekler, esnaf, hastalar, mahkûmlar, dini cemaat mensupları) bireylerin gündelik hayatına dokunulmuş ve Siverek’in mütevazi bir evinin avlusundan, sokaklarına ve çarşısına odaklanılmıştır. Siverek, yerel güç unsurlarından sayılan aşiretlerin, çevresinde sürekli cevelan ettikleri bir coğrafya olduğundan, aşiretlerin devletle ve şehrin ileri gelenleri ve doğal liderler olan eşrafla ilişkileri bu çalışmanın önemli başlıklarındandırArticle 19.Yüzyıl Siverek’inde Şehir, Ticaret, Mekân(Mukaddime Dergisi, 2018) Akman, EkremOsmanlı/İslam şehir unsurları içinde cami, pazar ve hamam üç temel mekânı oluşturmaktadır. Şehir hinterlandından getirilen ürünlerin değişiminin sağlandığı pazar yerleri, temizlik için hamam ve cuma namazı kılınan caminin etrafında oluşan şehirlere daha sonra başka unsurlar eklenmişse de bu üç temel mekân/yapı şehrin mahalleler dışındaki temel mekânları olma özelliklerini korumuşlardır. Ticari mekânlar toprağa bağlı olamayan üretim malları ve diğer ürünlerin pazarlandığı ve bir yerleşim biriminin şehir sayılabilmesinin en önemli unsurlarının başında gelmektedir. Bu çalışmada klasik Osmanlı/İslam şehir özelliklerini içinde barındıran Siverek şehrinin ticari mekânları olan pazar yerleri, çarşılar ve hanlar 19. yüzyılın ikinci yarısına tarihlenen Siverek Şer’iye Sicillerindeki veriler ışığında ortaya konmuştur.Book Part 19.YÜZYILIN SON ÇEYREĞİNDE SİVEREK’TE AİLE DEMOGRAFİSİ ve MAHKEMEDE KADIN SESLERİ(Çizgi Kitabevi, 2022) Akman, EkremGiriş Siverek kazası Osmanlı’da merkeze epey uzak, ekonomik ve nüfus açısından kendi halinde küçük bir kasabadır.1 Ancak bünyesinde idari, adli ve beledi tüm devlet kurumlarını klasik dönemden beri barındırması açısından tipik bir Osmanlı şehridir. Mahkemesi şehir halkına açık olduğu gibi, gayrimüslimler ve köylülerin de çoklukla uğradığı faal bir yargı merkezidir. Bu çalışma ile öncelikle 444 sayılı tereke defterindeki 250 adet tereke verileri ışığında dönemin Siverek kazasında aile demografisi ortaya çıkarılacaktır. İkinci bölümde şer’iyye sicillerine dayanarak Siverek’te anılan dönemde aile içi davalar, kadının toplumda ve ailedeki statüsü, mal varlığı, mahkemeyi kullanma pratiği, boşanma davlarında kadının rolü ortaya konacaktır. Adı geçen defterde 250 adet terekenin verileri kısmen kullanıldı. Tereke defterindeki 250 adet miras kaydında şehirde oturan Müslüman şahıslara ait tereke sayısı 135, köyde oturan tereke sahibi 43, gayrimüslimlere ait terekeler 37, kadınların (dul veya evli) bıraktığı tereke sayısı da 25 adettir. Okunamayan ya da başka bir miras taksimine tamamlayıcı nitelikte hükümler içeren 10 kayıt değerlendirmeye alınmadı. Bu çalışmada sadece kadın, çocuk sayısı, tereke miktarları gibi aileyi ilgilendiren veriler değerlendirildi. Makalede, Siverek kasabası ve köylerinde demografik yapısı ortaya çıkarılan ailede karı-koca arası ilişkiler, kadının ailede ve toplumdaki rolü mahkemelere yansıyan zabıtlarla ortaya çıkarılmaya çalışıldı.Book Part AŞİRETLERİN KISKACINDA GÖZDEN DÜŞEN ŞEHİR: 19. YÜZYILDA NUSAYBİN(PEGEM Akademi, 2022) Akman, EkremGiriş Nusaybin, Orta Çağ’ın oldukça önemli bir şehriydi. Bu çalışma, 19. yüzyılın başından son çeyreğine kadar Nusaybin’in idarî yapısına, sosyal ve asayiş olaylarına odaklanarak şehrin zaman içerisinde nasıl bir köy haline dönüştüğünü sorgulamaktadır. Vazgeçilmez bir ticari güzergâhın kavşağında yer alan Nusaybin, Osmanlı yönetiminde büyük devletlerin savaş alanı olmaktan çıkmasına rağmen, 1600’lerin ortasından itibaren Sincar eşkıyalarına ek olarak güneyden gelen Şammar ve Aneze Urban aşiretlerinin cevelangâhı olmuştur. Tüm bunlara askerî birliklerin yetersizliği de eklenince bölge adeta güvenliğin olmadığı, yerleşim yerlerinin sürekli tahrip ve talan edildiği bir alana dönüşmüştür. Çağçağ Nehri’nin aktığı havzada eskiden yapılan kanalların bozularak bataklıklara dönüşmesiyle birlikte şehir rutubetli vahim bir iklime evrilmiştirArticle BİR ARKEOLOJİK KAZININ ASLINDA SÖYLEMEDİKLERİ: TEL HALEF’TE OSMANLI BÜROKRASİSİNİN ÇARESİZLİĞİ(2022) Akman, Ekrem; Avcı, RemziFilolojik ve arkeolojik çalışmaların katkısıyla Mezopotamya ve Mısır tarihinin Roma’dan daha eski olduğunun keşfi bu coğrafyalara olan bilimsel ilginin gelişmesine olanak vermiştir. Bu bağlamda Osmanlı coğrafyası neredeyse arkeolojik aktivitelerin merkezi haline gelmiştir. Osmanlı coğrafyasında 19. yüzyılın sonlarında -Avrupalı alaylı ve mektepli (profesyonel-amatör) arkeologların mensubu bulundukları büyükelçilikler ya da kendi adlarına yaptıkları ruhsatlı ve kaçak kazılar olmak üzere önemli arkeolojik kazılar gerçekleştirilmiştir. 19. yüzyılın sonlarında Osmanlı-Alman siyasi yakınlaşması diğer Avrupalı devletlere nazaran arkeolojik çalışmalarda da Almanların bir ayrıcalık kazanmalarına imkân vermiştir. Bilimsel kaygılarla beraber Alman hükümeti bu kazıları, Osmanlı üzerindeki kültürel yayılmanın bir parçası olarak algılamış ve bu düşünce ile desteklemiştir. Max von Oppenheim (1860-1946) Osmanlı arkeoloji araştırmalarında çok önemli ve özel bir yerde durmaktadır. Oppenheim, 1899 yılında Fırat ve Dicle nehirleri arasında bugünkü Suriye-Türkiye sınırının yakınında bulunan Rasulayn kasabası sınırları içerisindeki Tel Halef adlı antik bir yerleşim yeri olan bölgede antik Guzan kentini keşfetmiştir. Uzun uğraşlar sonucu aldığı izinler ile Tel Halef kazılarına ancak 1911 yılında başlayabilen Oppenheim, yıllarca süren çalışmaları esnasında Ârâmî kral sarayını keşfetmiş ve bugünkü Suriye topraklarında, neredeyse unutulmuş bir kültürün eşsiz eserlerini ortaya çıkararak yurtdışına kaçırmıştır. 19. yüzyılın sonlarında Osmanlı’nın merkezî gücünün zayıflaması taşrada da belirgin bir şiddette hissedilmişti. Merkez-taşra bürokrasisini derinden sarsan bu arızi durumun olumsuz sonuçları Tel Halef kazıları ve ortaya çıkarılan asar-ı atikayla (tarihi eserler) ilgili uygulama ve politikalarda açık bir şekilde gün yüzüne çıkmıştır. Bu bağlamda bu çalışma, ilk olarak merkez-taşra arasındaki bürokratik görüş ayrılıklarının tarihi eserlerin yurtdışına kaçırılmasına kolaylık sağladığını iddia eder ve bunu Oppenheim’ın Tel Halef kazılarında pratize etmeyi dener. İkinci olarak bu makale bir kısım yerel idarecilerin (Celâleddin ve Hüseyin Kazım Kadri Bey özelinde) tarihi eserlerin kaçırılmasına nasıl engel olmaya çalıştıklarına odaklanır.Article ÇATIŞMA VE SUSUZLUK GÖLGESİNDE BİR ŞEHRİN DOĞUŞU: BİR KAZA MERKEZİ OLARAK MİDYAT(NEVŞEHİR HACI BEKTAŞ VELİ ÜNİVERSİTESİ SBE, 2022) Akman, Ekrem; Avcı, RemziÖZ Şer’iyye sicillerindeki kayıtlarda Midyat, 1823’e kadar henüz bir köy statüsündedir. Midyat adı bir kaza olarak ancak 1835 tarihli muhasebe defterinde kayda geçmiştir. Bu tarihten sonra da 300’den fazla köy, idari olarak Midyat’a bağlanmıştır. Turabdin gibi geniş bir alana yayılan irili ufaklı yerleşim birimlerinde vergi, askerlik ve asayiş konularında düzeni sağlamak amacıyla Mahallemi, Halil Begli-İsa Begli ve Midyat kazaları kurulmuştur. Turabdin’de idari bir birim olarak bir kazanın kurulmasının üç temel gerekçesi vardır. Bunlar; aşiretlerin yarattığı asayişsizlik, verginin toplanamaması ve asker celbinde yaşanan olumsuzluklardır. Midyat’ın bir kaza statüsüne ulaşması oldukça karmaşık bir süreçtir ve şehir farklı dönemlerde yeni idari düzenlemelere maruz kalmıştır. Merkezdeki su sıkıntısı da Midyat’ın şehirleşmesindeki en büyük engel olmuştur. Bu bağlamda bu çalışma 1810’dan 1900’lü yıllara kadar çok geniş sınırlara sahip olan Midyat’ın kaza merkezine dönüşme sürecine dair önemli tartışmalara odaklanır. Bu makale, süreç içerisinde güvenlik ve su meselesinin hayati bir önem taşıdığını iddia ederek, tüm şehirleşme serüveninin de söz konusu tartışma etrafında döndüğünü Osmanlı arşivleri ışığında ortaya koymayı dener.Article ÇATIŞMA VE SUSUZLUK GÖLGESİNDE BİR ŞEHRİN DOĞUŞU: BİR KAZA MERKEZİ OLARAK MİDYAT(Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi SBE Dergisi, 2022) Akman, Ekrem; Avcı, RemziÖZET Şer’iyye sicillerindeki kayıtlarda Midyat, 1823’e kadar henüz bir köy statüsündedir. Midyat adı bir kaza olarak ancak 1835 tarihli muhasebe defterinde kayda geçmiştir. Bu tarihten sonra da 300’den fazla köy, idari olarak Midyat’a bağlanmıştır. Turabdin gibi geniş bir alana yayılan irili ufaklı yerleşim birimlerinde vergi, askerlik ve asayiş konularında düzeni sağlamak amacıyla Mahallemi, Halil Begli-İsa Begli ve Midyat kazaları kurulmuştur. Turabdin’de idari bir birim olarak bir kazanın kurulmasının üç temel gerekçesi vardır. Bunlar; aşiretlerin yarattığı asayişsizlik, verginin toplanamaması ve asker celbinde yaşanan olumsuzluklardır. Midyat’ın bir kaza statüsüne ulaşması oldukça karmaşık bir süreçtir ve şehir farklı dönemlerde yeni idari düzenlemelere maruz kalmıştır. Merkezdeki su sıkıntısı da Midyat’ın şehirleşmesindeki en büyük engel olmuştur. Bu bağlamda bu çalışma 1810’dan 1900’lü yıllara kadar çok geniş sınırlara sahip olan Midyat’ın kaza merkezine dönüşme sürecine dair önemli tartışmalara odaklanır. Bu makale, süreç içerisinde güvenlik ve su meselesinin hayati bir önem taşıdığını iddia ederek, tüm şehirleşme serüveninin de söz konusu tartışma etrafında döndüğünü Osmanlı arşivleri ışığında ortaya koymayı dener.Article From ‘brothers in religion’ to ‘bandits’: Chechens in Mardin in the late Ottoman period(Taylor & Francis Online, 2021) Yelbaşı, Caner; Akman, EkremThis article analyses the mass migration of Chechens to the Ottoman Empire between the mid-1860s and the 1900s. The Russian expansion to the North Caucasus transformed the entire region surrounding the Black Sea, including its demography, governance and politics. This expansion took place in several phases. The first resulted in a major mass migration by several North Caucasian groups, who abandoned the region in response to the increasing presence of Russian military personnel. During the second stage, the exodus of these groups accelerated because of massacres committed by the Russian military in an attempt to take complete control. Many North Caucasians were exiled to Ottoman lands, arriving en masse, either on foot, or by sailing across the Black Sea. This article argues that the Ottoman state lacked a well-functioning settlement policy regarding the incoming North Caucasians. The Ottomans aimed to accommodate the refugees by deploying the frame of viewing them as ‘brothers in religion‘, but this resulted in a number of issues, in particular due to existing problems concerning the ‘state's Tanzimat‘ order, along with the collection of taxes and conflict with Bedouin tribes in the Mardin region. This article examines this phenomenon by means of a study of the ‘Chechens' journey‘ to the Ottoman Empire, focusing specifically on a subgroup of Chechens, who were settled in the Mardin region. Through the use of a considerable array of archival resources, the article seeks to firstly, trace the route taken by the Chechen group to Mardin and secondly, to clarify their transformation from being considered ‘brothers in religion’ by the Ottomans to regional bandits.Book Part II. ABDÜLHAMİD DÖNEMİNDE DEVLET, AŞİRET VE YEREL BÜROKRASİ ÜÇGENİNDE BİR ŞEYH: ŞEYH HALİD(Ekrem Akman, 2018) Akman, EkremŞeyh Halid, Diyarbekir’e tabi Siverek kazasına bağlı Karacadağ’daki Gülpınar köyünde Nakşibendi Tarikatına mensup bir şeyhtir. 1890’lı yıllarda burada irşat faaliyetinde bulunurken, müritlerinin çoğalarak civar köylerde de taraftar bulması, yerel idarecilerin dikkatini çekmiş, dönemin geçer akçesi olan tecessüs ve jurnal sonucu bulunduğu köyden uzaklaştırılarak, Mekke-i Mükerreme’ye sürülmüştür. Bu olay merceğinden bakarak, Sultan II. Abdülhamid döneminde, devlet-tarikat-aşiret ilişkileri ortaya konulacaktır. İkinci Meşrutiyetten önce Abdülhamid döneminde devlet, aşiret ve bürokrasiüçgeninde sıkışan Şeyh Halid, devletin güçlenen tarikatları kontrol altına alma politikasının kurbanı olmuştur. Bu olay ışığında taşradaki yönetim birimleri arasındaki çelişkiler ve yetki karmaşası ortaya konmuştur. Adı geçen yerel yöneticilerin hükümet merkezini nasıl bilgilendirdikleri, taşradan merkeze giden jurnal raporlarının gerçeği ne derece yansıttığı, Şeyh Halid olayındaki ilginç gelişmeler, arşiv belgeleri ışığında sergilenmiştir. Dönemin jurnal ve kontrol sisteminin parçaları olan yerel idarecilerin nasıl bir güçler dengesi içinde tahterevalli oynadıkları arşivdeki resmi yazışma ayrıntılarından derlenmiştir. Bu çerçevede Osmanlı Devleti’nin Tanzimat’tan Meşrutiyet’e giderken Abdülhamid dönemi politikalarının Anadolu’da nasıl uygulandığı da irdelenecektir.Article İtaat, İtikat ve Askerlik Üçgeninde Osmanlı’da Devlet-Yezidi İlişkileri(Hitit İlahiyat Dergisi, 2021) Akman, EkremYazidis or Ezidis are a Kurdish speaking religion group, living in the Sheyhan and Sinjar region around Mosul as well as rural areas of Diyarbakir, Urfa and Mardin. Yazidism is an ethno-religious faith, which is specific to certain families and in which any person out of this belief is not accepted. There are still unresolved debates about when and by whom Yazidism was founded, its origin, and basic belief figures. Islamic scholars argue that the Yezidism was founded by the community known as Adeviye Sect, maintained by the followers of Adi. b. Musafir,(555/1160) a Sunni sufi, after his death but then deviated from the belief of Islam in time and became an aberrant religion. Some also claim that this belief has survived as a remnant of Iranian religions such as Zarathustra, Mani and Mithraism (Mihrperest). The Ottoman Empire, occupied the surrounding of Mosul and Diyarbekir in 1514, started to have relationships with the Yazidis. Following this date, the state-Yezidi relationships in the Ottoman Empire regarding obedience, belief and military started. When the Yazidis followed the rules specified by the state, they were granted agricultural lands and areas, and they were accepted to be citizens. However, when they did not obey and revolted, they were accused of being disbeliever, not performing prayers and being aberrant, for this reason, they were punished. In this regard, the attitude of the state towards heterodox groups was determined not by religion and belief, but rather by sovereignty and obedience in the classical period of the Ottoman Empire. With the period of Tanzimat, the state-Yazidi relationships, which was centered on obedience, was first transformed into "Ottomanism", in which all citizens were accepted equal based on belief and military, and then Pan Islamism. Yazidi clergymen and leading figures refused to join the military by urging that their religion did not allow this. Faith and belief were at that time essential for the Ottoman Empire-Yazidi relationships, which was previously based on obedience and revolt. A number of projects were performed for communities and groups which were wanted to be included in the Pan-Islamism and prevent them from being targeted by foreign interventions. In this respect, in addition to the activities of heyet-i tefhimiye, firka-i islahiye, irsad committees, religious education, school and mosque construction activities were initiated. The offer of the Yazidis to solve military problems by paying a certain amount of money like Christians and Jews was not accepted by the state. After the second constitutional era, the demands of the Yazidis regarding a treatment such as exemption from military service in return for jizya or paid military service as a separate religion like Christians and Jews began to be discussed among the Ottoman bureaucrats and administrators. They stated that the group declaring themselves as Yezidi and believing in this respect had to be accepted as Yazidi in accordance with religious and sect freedom, the State had to recognize the religion of the Yazidis and their spiritual leaders had to benefit from the laws applicable for the spiritual leaders of non-Muslim groups. In this article, it is sought to answer the belief problems of the Yazidis and the question of whether the factor of obedience or belief were more determinant in Ottoman-Yazidi relationships. In this research it is claimed that in the classical period when the Ottoman Empire was powerful, its attitude towards the peripheral belief groups and communities was determined by obedience, not by religion and belief. After the Tanzimat, when the external pressures were dominant, these groups were tried to be included in the center by correcting their beliefs by means of military services. This article is divided into three parts: In the first part, the founder and naming of the Yazidi belief, which constitute the main problem of their history, will be examined. In this context, this section will discuss their relations with Satan and Yazid figures, which they define with a different physiognomy. The second part will analyse the Ottoman-Yazidi encounter in the classical period. The third part will focus on military service, which became the main problem in the state-Yezidi relations after the Tanzimat era. The contradictions in the beliefs of the Yazidis also an important part of this article. Therefore, the muhimme defters and the other archive documents were also used in this study to understand the Ottoman Empire's approach to Yazidis and the other-similar heretic groups in the classical and the Tanzimat period. This article will fill an important gap by comparing the functioning of the Ottoman state mechanism in the classical and Tanzimat era.Article İtaat, İtikat ve Askerlik Üçgeninde Osmanlıda Devlet-Yezidi İlişkileri(Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, 2021) Akman, EkremÖz Yezidiler veya Ezidiler Musul civarında Şeyhan Sincar bölgesi ile Diyarbakır, Urfa ve Mardin kırsal alanında yaşayan Kürtçe konuşan bir inanç topluluğudur. Yezidilik, belirli ailelere özgü, dışardan herhangi birinin kabul edilmediği etno-dinsel bir inançtır. Yezidiliğin ne zaman ve kimin tarafından kurulduğu, menşei, temel inanç figürleri hakkında çözüme kavuşmamış tartışmalar devam etmektedir. Klasik İ�slam kaynakları Yezidiliğin Sünni bir mutasavvıf olan Adi. b. Müsafir’in (555/1160) vefatından sonra ardılları tarafından devam ettirilen Adeviye Tarikatı olarak bilinen cemaatin zamanla Sünni İ�slam inancından uzaklaşarak, sapkın bir inanca dönüştüğü görüşündedirler. Bu inancın İ�ran kökenli Zerdüşt, Mani ve Mitraizm (Mihrperest) gibi dinlerin kalıntısı olarak günümüze geldiğini iddia edenler de vardır. 1514 yılında Musul ve Diyarbekir çevresine hâkim olan Osmanlı Devleti, Yezidilerle karşılaştı. Bu tarihten sonra konumuzun başlığında da belirtildiği gibi itaat, itikat ve askerlik üçgeninde Osmanlı’da devlet-Yezidi ilişkileri başladı. Bu dönemde Yezidiler Diyarbekir’den Musul’a kadar uzanan bölgede köyleri talan eden ve aşiretleri rencide eden hırsızlık ve eşkıyalıkla uğraşan, Rafızilik gibi sapkın bir grup olarak tanıtılmaktadır. Devlete itaat ettiklerinde kendilerine mukataa ve dirlik verilen ve raiyetten sayılan Yezidiler, itaatten çıkıp asi durumuna düştüklerinde ezansız, namazsız ve mülhidlikle suçlanarak cezalandırılmışlardır. Bu anlamda Osmanlı klasik döneminde devletin heteredoks gruplara karşı tavrını din ve itikat değil, daha çok hükümranlık ve itaat ilişkisi belirlemekteydi. Tanzimat’la beraber, geçmişin itaat merkezli devlet-yezidi ilişkilerine artık inanç ve askerlik üzerinden önce tüm reayanın eşit sayıldığı Osmanlılık, daha sonra ittihad-ı İ�slam dairesine dâhil edilme denemeleri eklenmiştir. Yezidi din adamları ve ileri gelenleri itikatlarının askerlik yapmaya müsaade etmediğini belirterek orduya katılmayı reddettiler. Klasik dönemde itaat ve isyan üzerinden şekillenen Osmanlı-Yezidi ilişkileri artık itikat ve inanç üzerinden yürütülmektedir. Sünni İ�slam dairesine alınarak dış müdahalelere fırsat vermeleri engellenmek istenen cemaat ve gruplara yönelik bir dizi proje yürürlüğe sokuldu. Bu bağlamda heyet-i tefhimiye, fırka-i ıslahiye, irşad heyetlerinin çalışmaları yanında dini eğitim, mektep ve cami inşaat faaliyetleri başlatıldı. 1891 yılında Binbaşı Abdülkadir Bey ve ulemadan oluşan bir heyet (tefhim heyeti) Yezidileri sapmış oldukları batıl inançtan kurtarmak, temeddün ve itikatlarını düzeltmek üzere tatlılık ve güzel sözle dini Hitit Theology Journal Volume: 20 Issue:1 113 İtaat, İtikat ve Askerlik Üçgeninde Osmanlıda Devlet-Yezidi İlişkileri telkin etmenin (aşılamanın) işe yaramadığını görünce zora başvurdu, şiddet uyguladı. Fırka-ı İ�slâhiye kumandanı Ö� mer Vehbi Paşa Musul’da şehrin ileri gelenlerinin huzurunda topladığı Yezidi reislerine itikatlarını tashih ederek Ehl-i Sünnet dairesine dönmelerini teklif ettiğinde, kabul etmeyenlere hakaret ederek şiddet uyguladı. II. Meşrutiyetten sonra Osmanlı bürokrat ve idarecileri arasında Yezidilerin, Hristiyan ve Museviler gibi askerlikten muafiyet ya da bedelli askerlik gibi bir muameleye tabi tutulma talepleri tartışılmaya başlandı. Bunlara göre, kendilerini Yezidi olarak ifade eden ve itikat eden bir kavmin din ve mezhep hürriyeti gereği Yezidi sayılmaları gerektiği, hükümetin Yezidilerin tabi oldukları itikadı tanıyarak gayrimüslim milletler gibi ruhani reislerinin tabi oldukları kanunlardan istifade etmelerini dile getirdiler. Bu makalede, Yezidiliğin inanç problemleri bağlamında, Osmanlı-Yezidi ilişkilerinde itaat ve itikat faktörlerinden hangisinin daha belirleyici olduğu sorularına cevap aranmıştır. “İ�taat, itikat ve Askerlik Ü� çgeninde Osmanlı’da Devlet-Yezidi İ�lişkileri” adını taşıyan araştırmada Osmanlı Devleti’nin güçlü olduğu klasik dönemde periferideki inanç gruplarına ve cemaatlere karşı tavrını din ve inanç değil, itaatin belirlediğini, dış müdahalelerin baskın olduğu Tanzimat sonrasında ise, bu grupların askerlik üzerinden terbiye/temeddün ile itikatlarının tashih edilerek merkeze daha güçlü şekilde eklemlenmeye çalışıldıklarını iddia etmektedir.Article Osmanlı Kudüs’ünde Ecnebi Kilise Arazilerinin Vergiden Muafiyeti Meselesi(Beytülmakdis Çalışmaları Vakfı, 2018) Özcoşar, İbrahim; Akman, Ekrem; Özcoşar, İbrahimKudüs, 19. yüzyılda Osmanlı Devleti’ne yönelik emperyalist girişimlerin en belirgin hissedildiği şehirdi. Üç semavi dinin kutsal kabul ettiği Kudüs, bu yüzyılda bir kez daha dünyadaki egemenlik mücadelelerinin sembolik alanlarından biri haline dönüştü. Kudüs’teki egemenlik mücadelesinin başlıca araçlarından biri de Osmanlı vatandaşı olmayan gayrimüslimlerce/ecnebilerce kutsal mekânlara yakın yerlerden alınan arazilere inşa edilen kilise ve manastırlardı. Avrupalı devletler, Osmanlı Devleti üzerindeki politik nüfuzu kullanılarak kilise ve manastırlar inşa ettirdiler. Bu kilise ve manastırlar zaman içinde yine aynı nüfuzu kullanarak başka imtiyazlar da elde etmek istediler. Bu imtiyazların başında kilise ve manastırlara ait arazi ve emlâkin vergiden muaf olması gelmektedir. Çalışmada ecnebi kilise ve manastırlarının bu talepleri ve Osmanlı Devleti’nin bu taleplere karşı tutumu incelenmiştir. Çalışmanın temel kaynakları Osmanlı arşivi ile bu konuda yapılan araştırmalardır.Article OSMANLI-İRAN ARASINDA BİR REKABET VE NÜFUZ ALANI: İMAM MUSA KÂZIM TÜRBESİ(2022) Akman, EkremOsmanlı-İran ilişkilerinin geçmişten gelen mücadele ve rekabet alanlarından en önemlisi Osmanlı hâkimiyeti altındaki topraklarda bulunan ve Şiilerce kutsal sayılan Atebât-ı âliyât denilen Kerbelâ, Necef, Sâmerrâ ve Kâzımiye şehirlerindeki ziyaretgâhlardı. Başta Bağdat olmak üzere adı geçen şehirler coğrafi ve stratejik konumlarının yanı sıra barındırdıkları İslam büyüklerinin mezar ve türbeleri nedeniyle İslam tarihinde Şii ve Sünni Müslümanların ilgi odağı oldu. İranlıların Osmanlı hâkimiyetindeki bu mekânlara yoğun ilgileri ve imar faaliyetlerinde bulunma istekleri çeşitli problemlerin yaşanmasına neden oldu. Özellikle Kâzımiye’deki İmam Musa Kâzım Türbesi’ni sahiplenme amaçlı tadilat ve eklemeler iki tarafı karşı karşıya getirdi. Bu makalede, İmam Musa Kâzım Türbesi’nde yapılmak istenen tadilat ve eklemeler mercek altına alınmış ve buraya gelen Şii ziyaretçilerin ve İranlıların ilgisinin Osmanlı-İran ilişkilerine etkisi araştırılmıştır. Bu amaçla adı geçen ziyaretgâhları sahiplenmedeki rekabetin temelinde dini, mezhebi, siyasi, ekonomik ve sosyal hangi faktörlerin etkili olduğunun, İran ve Osmanlı devlet adamlarının türbelere ve mukaddes mekânlara ilgilerinin ve Osmanlı’nın buradaki mülkî hâkimiyet konusundaki hassasiyetinin ve endişelerinin nedenleri sorgulanmıştır. Osmanlı’nın, İran’la ilişkileri bozmayacak, Şiileri de küstürmeyecek şekilde adı geçen mekânları sahiplendiğini iddia eden bu makale, 19. yüzyılda Atebât şehirleri ve özellikle Bağdat’ta bulunan İmam Musa Kâzım türbesi etrafında iki ülke arasında ortaya çıkan nüfuz rekabetini arşiv belgeleri ışığında ortaya koymaya çalışmaktadır.Article OSMANLI-İRAN ARASINDA BİR REKABET VE NÜFUZ ALANI: İMAM MUSA KÂZIM TÜRBESİ(Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Türk Kültürü Açısından Hacı Bektaş-ı Velî Araştırmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi, 2022) Akman, EkremÖz Osmanlı-İran ilişkilerinin geçmişten gelen mücadele ve rekabet alanlarından en önemlisi Osmanlı hâkimiyeti altındaki topraklarda bulunan ve Şiilerce kutsal sayılan Atebât-ı âliyât denilen Kerbelâ, Necef, Sâmerrâ ve Kâzımiye şehirlerindeki ziyaretgâhlardı. Başta Bağdat olmak üzere adı geçen şehirler coğrafi ve stratejik konumlarının yanı sıra barındırdıkları İslam büyüklerinin mezar ve türbeleri nedeniyle İslam tarihinde Şii ve Sünni Müslümanların ilgi odağı oldu. İranlıların Osmanlı hâkimiyetindeki bu mekânlara yoğun ilgileri ve imar faaliyetlerinde bulunma istekleri çeşitli problemlerin yaşanmasına neden oldu. Özellikle Kâzımiye’deki İmam Musa Kâzım Türbesi’ni sahiplenme amaçlı tadilat ve eklemeler iki tarafı karşı karşıya getirdi. Bu makalede, İmam Musa Kâzım Türbesi’nde yapılmak istenen tadilat ve eklemeler mercek altına alınmış ve buraya gelen Şii ziyaretçilerin ve İranlıların ilgisinin Osmanlı-İran ilişkilerine etkisi araştırılmıştır. Bu amaçla adı geçen ziyaretgâhları sahiplenmedeki rekabetin temelinde dini, mezhebi, siyasi, ekonomik ve sosyal hangi faktörlerin etkili olduğunun, İran ve Osmanlı devlet adamlarının türbelere ve mukaddes mekânlara ilgilerinin ve Osmanlı’nın buradaki mülkî hâkimiyet konusundaki hassasiyetinin ve endişelerinin nedenleri sorgulanmıştır. Osmanlı’nın, İran’la ilişkileri bozmayacak, Şiileri de küstürmeyecek şekilde adı geçen mekânları sahiplendiğini iddia eden bu makale, 19. yüzyılda Atebât şehirleri ve özellikle Bağdat’ta bulunan İmam Musa Kâzım türbesi etrafında iki ülke arasında ortaya çıkan nüfuz rekabetini arşiv belgeleri ışığında ortaya koymaya çalışmaktadır.Article THE OTTOMAN POSITION ON THE RUSSO JAPANESE WAR IN THE FAR EAST 1896-1905(Rimar Academy, 2022) Akman, EkremAbstract: The research aims to shed light on the Ottoman position on the Russo-Japanese war in the Far East 1904-1905; Where the Ottoman Empire took an intriguing stance, there was a discrepancy between the popular stance and the official stance of the Attic State. The Ottoman people took the stance of open hostility to the Russians, and supported Japan in its struggle against Russia, and the people and intellectuals in the Ottoman Empire showed a great desire for Japan’s victory and defeat.” Petersburg ". While we find the position of Sultan Abdul Hamid and the Ottoman Empire in contradiction to the position of the public towards the people; He adopted the policy of strategic balance in the conflict between the Japanese and the Russians, considering that Russia is the largest neighboring country to the Ottoman Empire, and it still poses a great danger to the property of the Ottoman Empire that must be avoided. Therefore, the Ottoman Sultan followed a completely different plan and policy to the trends of public opinion. He was keen to support Japan, and at the same time avoided angering the European countries that supported the Russians and the possibility of confronting Russia, which is the strongest and most dangerous neighbor to him. Therefore, Sultan Abdul Hamid II adopted many other strategies, and followed a neutral policy towards Russia and Japan, went in the direction of the policy called the policy of balances. We also discussed in this research the development of Ottoman- Japanese relations before the Russo-Japanese war, and focused on the causes of the conflict between the Japanese and Russian states, and its repercussions on the balance of power in the region. And the international position on this conflict, We dealt with the American endeavors to end the war between the two parties under the Port Smouth Agreement, and discussed the effects of the Japanese victory over Russia and its repercussions on the peoples of the East .Article Tanzimat Sonrasında Siverek’teki Vakıflar Ve Mahkemelere Yansıyan Problemleri(Vakıflar Dergisi, 2020) Akman, EkremTanzimat sonrasında uygulanmaya başlanan merkezileşme politikaları sonucunda, adem-i merkeziyetin önemli unsurlarından olan vakıfların özerk konumları zayıflasa da, vakıflar toplumun sosyal ve iktisadi hayatındaki önemlerini korumaya devam etmişlerdir. Bu dönemde Siverek’te başta camiler ve diğer ibadet kurumlarına ait olmak üzere hem hayır cihetine hem de evlada şart kılınmış Müslümanlara ve gayrimüslimlere ait birçok vakıf vardır. Bu çalışma merkeziyetçi politikaların uygulandığı dönemde de Siverek’teki vakıfların çeşitliliği ve işlevselliğinden hareketle toplumdaki rollerinin devam ettiğini iddia etmektedir. Bu makale Siverek’te Tanzimat sonrası dönemin sosyal zihniyetinin ipuçlarını veren vakıflarınArticle Tanzimat’tan Sonra İhtida, İrtidad Hareketleri ve Kadınların Öteki ile Evliliği: Midyat Örneği(Mardin Artuklu Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi, 2021) Akman, EkremÖz: Midyat 19. yüzyılın sonlarına kadar Yakubi/Süryani Hıristiyanların çoğunlukta olduğu ve Tur Abdin olarak tanımlanan bölgenin merkezidir. Bölgede Müslüman, Hıristiyan ve Yezîdîler, Süryanice, Kürtçe, Arapça (Mahallemi) ve Ermenice konuşarak farklı din ve etnik kimlikleriyle günlük yaşamın olağan seyri içinde çapraz ilişki ağları geliştirdiler. Bu makalede çok kimlikli toplumlarda ihtida/irtidad hareketleri ve kadınların “öteki” ile evliliği konusu Midyat örneğinde ortaya konacaktır. Çalışmanın amacı, Tanzimat’la beraber kaza merkezi olan Midyat’ın toplumsal yapısı bağlamında ihtida ve kadınların din değiştirerek yaptıkları evliliklerin ilişkilere etkisini incelemektir. Makalede Midyat özelinde çok kimlikli toplumsal ilişkilerde din değiştirme ve kadınların “öteki” ile evliliklerinin, cemaatin namusuna doğrudan bir saldırı olarak algılandığı, simgesel zafer ya da yenilgi olarak değerlendirildiği, cemaatler arası diniçatışma ve ittifaklara dönüştüğü iddia edilmektedir. Çalışmada ihtida-irtidad ve din değiştirme olayları Osmanlı arşivleri ve kilise arşiv defterlerindeki belgeler üzerinden ortaya konacaktır.Master Thesis XIX. yüzyıl'da Mardin Şer'iyye Sicilleri'nde kadın terekeleri, transkripsiyon ve değerlendirilmesi(Mardin Artuklu Üniversitesi, 2019) Zeyrek, Nesrin; Akman, EkremŞer'iyye sicilleri Osmanlı sosyal tarihi araştırmalarında özgün bilgiler içermesi yönüyle önemli arşiv kaynaklarından biridir. Siciller içerisinde bulunan tereke kayıtları ise vefat eden kişinin geride bıraktığı mal, mülk, eşyanın değerinin belirlenmesi ve varisler arasında taksim edilmesi ile ilgili bilgiler içerir. Bu çalışmada XIX. Yüzyıl Mardin Şer'iyye Sicilleri içerisinden 1221-1317 tarihlerini kapsayan 14 defterde bulunan 23 kadın terekesindeki veriler esas alınarak Mardin'de dönemin kadınlarının sosyoekonomik konumu ortaya konulmaya çalışılmıştır. İlk olarak Osmanlı hukuku, mahkemeler ve kadılık makamı ile ilgili bilgilendirmeler yapılmıştır. Ardından şer'iye sicilleri ve sicillerin içerisinde bulunan tereke kayıtlarının öneminden bahsedilmiştir. Çalışma üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde Osmanlı'da kadının sosyal hayattaki konumu ve kadınların giyim-kuşam kültürü ile ilgili açıklamalar yapılmıştır. Devamında ise kadının aile içindeki hakları ve konumuna değinilmiştir. İkinci bölümde ilk olarak terekelerin anlatım özellikleri ve tereke sahipleri ile ilgili bilgiler verilmiş, ardından yetim kalan çocukların ve mallarının korunması ile ilgili yapılan uygulamalar değerlendirilmiştir. Daha sonra XIX. Yüzyıl'a ait kadın tereke kayıtlarında miras olarak bırakılan menkul ve gayrimenkul mallar, ev ve mutfak eşyaları, giyim-kuşam, ziynet eşyaları gibi maddi kültür unsurları hakkında değerlendirmeler yapılarak Mardin kadınının gündelik yaşantısı ortaya konulmaya çalışılmıştır. Kadınların servetleri, nakitleri, borç ve alacakları, para ve altın gibi iktisadi bilgiler de yine terekelerdeki veriler ışığında değerlendirilmiştir. Üçüncü bölüm ise yirmi Müslim üç gayrimüslim kadın olmak üzere toplam 23 tereke kaydının transkripsiyonundan oluşmaktadır.