Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Koleksiyonu
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/20.500.12514/78
Browse
Browsing Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Koleksiyonu by Publication Category "Dergi"
Now showing 1 - 7 of 7
- Results Per Page
- Sort Options
Article BİLGE KARASU’NUN ESERLERİNİN POSTMODERN YAZAR VE ANLATICI BAĞLAMINDA ANALİZİ(2017) Akman, İlyasEdebî ürünler, çoğunlukla içinde doğdukları çağın düşünce dünyasından etkilenirler. Sosyal ve toplumsal yapı, edebî eserlerin yapısına da etki eder. Bu gerçekliğin doğal sonucu olarak postmodern düşüncenin hâkim olduğu dönemde yazılan eserler, kendilerinden önceki yüzyılların eserleriyle farklılıklar gösterirler. Yazar ve anlatıcı olgusu, bu farklılığın kendisini en fazla gösterdiği alanlardan biridir. Türk edebiyatında, postmodern anlayışla eserler kaleme alan ilk yazarlardan biri Bilge Karasu"dur ve onun eserlerinde, postmodern edebî anlayışın izlerini sürmek mümkündür. Karasu, eserlerinde, özellikle yazar ve anlatıcı noktasında, postmodern edebî anlayışa yer verirArticle DAĞ, SU VE MAĞARA KÜLTLERİ BAĞLAMINDA ANKARA HÜSEYİN GAZİ TÜRBESİ(2017) Akyüz Öztokmak, ÇiğdemYeryüzünü sabit tuttuğuna inanılması bakımından "yerin çivisi" ve yeryüzünün en yüksek noktalarını teşkil etmesi bakımından da "Tanrı'nın mekânı" olarak tasavvur edilen dağ, eski Türk inanç sistemlerinde bir kült olarak geleneksel pratikleri ve sosyal yaşamı şekillendirir. Dağ, aynı zamanda çağlayan nehirlerin, pınarların ve akarsuların kaynağını barındırır. Su ise maddi ve manevi yaşamın kaynağı ve idame ettiricisi olarak tüm inanışlarda kutsal kabul edilir. Bu bakımdan birçok kutsal anlatının dağ ve su etrafında teşekkül ettiği ifade edilebilir. Dağ, mağara ile birlikte kutsal kişiliklerin tefekkür mekânıdır. Nitekim Ankara'nın Mamak ilçesinde yaşadığı belirtilen Anadolu erenlerinden Hüseyin Gazi'nin bölgede kendi adı ile anılan bir dağ, bir türbe ve onun kutsal kişiliği ile ilintili anlatılar mevcuttur. Diyalektik bir etkileşimle hem dağı hem Hüseyin Gazi'yi kutsayan bu anlatılarda, su ve mağara kültleri de dikkati çeker. Söz konusu anlatılar, bölgedeki yükseltilerin isimlendirilmesi çerçevesinde kutsal dağ ve mağara metaforuna, bölgedeki su kaynaklarının menşei hakkında bilgiler vermesi bağlamında da kutsal su metaforuna atıf yapar. Bu çalışmada, Hüseyin Gazi etrafında teşekkül eden anlatılar, basılı kaynakların yanı sıra kaynak kişiler ile yapılan birebir mülakatlar yolu ile derlenerek dağ, su ve mağara kültleri bağlamında ele alınmıştır. Söz konusu anlatılardan mülhem tarihî kişiliklerin fenomenlere evrilmesi ve yer adlarının efsanevi menşei konusu irdelenmiştir. Bu kavramsal çerçevede Hüseyin Gazi hakkında anlatılagelen sözlü veriler, kutsal kişiliğinin, tarihî kişiliğinin önüne geçtiğini göstermiştir.Article ESKİ ANADOLU TÜRKÇESİ DÖNEMİ ESERLERİNDEKİ DUT- /TUT- FİİLİNDE ÇOK ANLAMLILIK(2016) Erkınay, Hadra KübraBu çalışmada Eski Anadolu Türkçesi dönemi eserlerinde dut-/tutfiilinin çok anlamlılığı incelenmiştir. 13., 14. ve 15. yüzyıl eserlerinde işlek olarak kullanılan fiil, temel anlamı dışında birçok anlam kazanmıştır. Çok anlamlılık, ihtiyaç ve diğer nedenlerden ötürü sözcüğün yeni anlamlar kazanmasıdır. Aynı zamanda çok anlamlılık, dilin kendi doğasında da vardır, henüz dilde hiçbir faktör faaliyete geçmemiş, dış etkenler aktif değilken bile sözcüklerin çok anlamlı olduğu görülmüştür. Bu durum dilin zenginliğini göstermektedir. Çok anlamlılığın birçok nedeni bulunmakla birlikte en önemli nedeninin ihtiyaç olduğu söylenebilir. Değişen, gelişen dünya ve toplumla birlikte canlı bir varlık olan dil de değişim göstermektedir. Yeni bir kavramla karşılaşılırken o sözcüğe yeni bir ad vermek yerine dilde hâlihazırda var olan sözcüğe yeni bir anlam yüklenerek ihtiyaç giderilmesi tercih edilmektedir. Böylece sözcük, çok anlamlı duruma geçmektedir. Özellikle fiillerin türlü varlıkların hareketlerini karşılaması sonucu benzetme, aktarma yoluyla anlam genişlemeleri ve dolayısıyla çok anlamlılık da beraberinde gelmektedir. Fiilin temel anlamının yanı sıra diğer varlıkların o eylemi gerçekleştirmesi veyahut benzetme ve aktarmalarla insan zihninde başka şekilde canlandırılmasıyla yeni yan ve mecaz anlamlar ortaya çıkmış olur. Bazen de eş adlı sözcüklerin zamanla birbirine yaklaşmasıyla ya da karıştırılmasıyla da tek bir sözcük oluşur ve iki ayrı sözcüğün anlamları tek bir sözcükte toplanarak sözcük çok anlamlı duruma gelir. Çok anlamlı sözcüklerin anlam belirsizliğine yol açabileceği araştırmacılar tarafından ortaya konsa da bu belirsizliğin açıklaştırmayla giderilebileceği de belirtilmektedir. Anlam bulanıklığına mahal verecek sözcükler bağlamda söz dizimi, anlam ve ses bilimi kavramları kullanılarak açıklaştırmayla giderilebilir. Çalışmada Türk dilinin tarihî dönemlerinden günümüze kadar işlek ve çok anlamlı durumda olan dut/tut- fiilinin Eski Anadolu Türkçesi dönemi eserlerinden Yûnus Emre Dîvânı, Risâletü'n-Nushiyye, Yûsuf u Zelîhâ, Süheyl ü Nev-Bahâr, Kur'an Tercümesi, Kısas-ı Enbiya, Dede Korkut Kitabı, Marzuban-nâme ve Gülistan Tercümesi taranarak ve bağlamdan yola çıkılarak anlamları tespit edilmiş ve toplam 34 anlamı fişlenmiştir. Eserlerin sözlük/dizinleri ile Tarama Sözlüğündeki anlamlarından daha fazla anlama sahip olduğu tanıklanan söz konusu fiilin, zengin anlam dünyası ve çok anlamlılığının Türkçenin tarihî dönemlerine dayandığı sonucu ortaya çıkmıştırArticle FARKLI NÜSHALAR IŞIĞINDA AHMED-İ BÎCÂN'IN MANZUM CEVÂHİR-NÂMESİ'NİN TENKİTLİ METNİ(2016) Kara, Serdal15. yüzyıl Türk âlim ve mutasavvıflarından olan Ahmed-i Bîcân'ıncevherlerin tesir ve işlevlerini konu edinen ve daha önce bulunmuş olan üç farklı nüsha ile bizim bulduğumuz yeni iki nüshada farklı şekillerde adlandırılmış manzum eseri, cevherlerin sağlık üzerindeki etkileri ile ilgili dönem anlayışını yansıtması bakımından dikkat çekicidir. Mesnevi nazım biçimiyle yazılan ve toplam kırk bir beyitten oluşan eserin ilk altı beyti giriş bölümünü oluştururken, daha sonra gelen otuz iki beyitte asıl konunun anlatıldığı bölüme yer verilmektedir. Bu bölüm sonrası gelen son üçbeyitle de eser sonlandırılmaktadır. Ahmed-i Bîcân'ın söz konusu eserinin tespit edilen nüshalarının tamamı harekesizdir. Telif ya da istinsah tarihi yer almayan bu nüshalardaki yanlış ve eksik ifadeler ile nüsha farklılıkları dipnotlarda gösterilmiş olup çalışmada Ahmed-i Bîcân gibi önemli bir şahsiyetin bilinen tek manzum eserinin tenkitli metinle tam ve doğru bir şekilde ortaya konulması amaçlanmıştır.Çalışmamız "Giriş, Metin ve Sonuç" bölümlerinden oluşmaktadır. "Giriş" bölümünde Ahmed-i Bîcân ve manzum eseri hakkında genel bilgiler verildikten sonra bu eser üzerine yapılmış çalışmalardan söz edilmektedir. Daha sonra eserin nüshaları tanıtılarak bu nüshalar hakkında bilgi verilmektedir. Nüsha tanıtımı yapılırken her nüshanın Eski Anadolu Türkçesinden ayrılan ya da diğer nüshalardan farklı olan belirli bazı dil özellikleri üzerinde de durulmaktadır. Metin kuruluşunda izlenen yöntemlerin anlatıldığı "Giriş" bölümü sonrası eserin çeviri yazısının yapıldığı "Metin" bölümü gelmektedir. Çalışma elde edilen bulguların değerlendirildiği "Sonuç" bölümü ile tamamlanmaktadır.Article NÂBÎ’NİN MÜNŞEÂT’INDA YERLEŞİM YERLERİ ve DİYARBAKIR(2016) Oktay, AdnanNâbî, Dîvân edebiyatı geleneği içerisinde hikemî tarzın en büyük temsilcisi olarak bilinmektedir. Yapılan yeni çalışmalar, onun daha iyi bir şekilde anlaşılmasını sağlayacaktır. Dîvân edebiyatında bir ekol sahibi olan Nâbî'nin âdeta bir külliyatı andıran Münşeât'ının bilim dünyasında bir bütün olarak çalışılması oldukça yenidir. Nâbî'nin Münşeât adlı eseri bir doktora tezi olarak hazırlanıp tamamlanmıştır. Bu makalede Münşeât'ta yerleşim yerleri ve özellikle de Diyarbakır şehrinin izleri aranmaya çalışılmıştır. Böylece Nâbî'nin şehirden/kentten beklentilerinin yanında bundan ne anladığı da anlaşılmış olacaktır. Münşeât'ta geçen "Kadîmden Diyâr-bekr'e küçük İstanbul didüklerinün ma'nâsı dahı zamân-ı devletinüzde zâhir oldı." ifadesi, Diyarbakır'ı övmek ve Osmanlı dönemindeki yerini ve önemini belirtmek için kullanılmış son derece mühim bir ifadedir. Bu ifade, ayrıca İstanbul ile aynı cümlede kullanılmış olan Diyarbakır'ın şâir ya da dönem için ehemmiyetini de gözler önüne sermektedir. Nâbî, Münşeât'taki mektuplarında bazı arkadaş, dost ve tanıdıklarına yer vermiştir. Bu kişilerin yaşadığı yerler de zorunlu olarak ilgili mektuplarda zikredilmiştir. Anılan yerler, mektubun gönderildiği kişinin karakter özelliklerine göre anlam kazanmaktadır. Böylece Nâbî'nin mekân içindeki insana/bireye bakışı ortaya çıkmaktadır. Mekân, orada hayatını sürdüren bireylere göre anlam kazanmaktadır. Bir mekânda yaşayan kişi ya da kişilerin zayıf karakterde olmaları, Nâbî tarafından eleştirilmiştir. Böyle bir durumda Nâbî, tercihini yaşanılan yerden yana kullanmıştır. Mekân, Nâbî için değerlidir. O, bazen insanın mekân içinde düzensizliğe sebep olduğunu düşünmektedir. Ama bu kaosa sebep olan insanın yeniden hizaya çekilmesinde en etkili unsur olarak yine insanı görmektedir.Article Osmanlı -Türk Edebiyatı Tarihyazımında Tanzimat'tan Bugüne Çağdaş Eleştirel Söylem(2016) Başlı, ŞeydaEdebiyat eleştirisinin Tanzimat döneminden başlayarak yalnızca edebî alanı ilgi-lendiren bir edebî tür olmadığı, siyasi alanla çok yakın bir ilişki içinde olduğu dikkati çekmektedir. Eleştiri etkinliğinin en belirgin özelliklerinden biri, edebiyat eleştirisinin kendisinin modernleşmenin simgesine dönüşmüş olmasıdır. Bir diğer özellik ise, kuram-sal bir çerçeveye dayanan "nesnel eleştiri"nin uzunca bir süre yerleşmemiş olması, ede-biyat metinlerinin daha ziyade kişisel beğeni ile şekillenen öznel yargılar doğrultusunda değerlendirilmesidir.Divan şiiri ile ilgili değerlendirmeler, edebiyat ile siyaset arasındaki sınırların modernleşme bağlamında bulanıklaşmasının en açık gözlemlenebildiği alandır. Divan şiiri ile ilgili Tanzimat döneminden başlayarak giderek basmakalıplaşan değer dü-şürücü yargıların kaynağı araştırıldığında, bu iki özelliğin belirleyici olduğu görülmek-tedir. Divan şiirinin Osmanlı-Türk edebiyatı içinde olduğu gibi dünya edebiyatı içindeki yerinin sağlıklı bir şekilde ortaya çıkarılmasının ise "nesnel eleştiri"nin gelişmesine bağ-lı olduğunun altı çizilmelidir.Article TERCEME-İ TEVÂRÎH-İ ŞEREF HÂN’DA BİR CEZALANDIRMA YÖNTEMİ OLARAK KAFA KESME(2016) Oktay, AdnanKafa kesme, klasik cezalandırma yöntemlerinden biridir. Savaş meydanlarında kafa kesme, en iyi, en kestirme, en sonuç alıcı bir öldürme ya da etkisizleştirme yöntemi olarak kullanılmıştır. Sınırlı imkânlara sahip bir gücün kendi rakibini ya da düşmanını en hızlı ve en kesin bir şekilde etkisiz hâle getirmesi gerekmektedir. Kafa kesme, ceza hukukunda da âdeta vazgeçilemez bir infaz yöntemi olarak uygulanmıştır. Bu makalede Şeref-nâme tercümesindeki "kafa kesme" motifine yer verilmiştir. Şeref-nâme, 1597 tarihinde Şeref ibni Şemseddin tarafından Farsça olarak yazılmıştır. Şeref-nâme, yazıldıktan sonra Arapça, Türkçe, Fransızca, Rusça, Kürtçe gibi doğu ve batı dillerine çevrilmiştir. Şimdiye kadar Şeref-nâme'nin Türkçeye tercüme edilmediği kanaati hâkim olmuştur. Ancak eserin farklı zamanlarda doğrudan Farsçadan yapılmış olan iki ayrı Türkçe tercümesi tespit edilmiştir. Bu tercümelerden biri Mehmed b. Ahmed tarafından yapılmıştır. Bu tercümenin üç ayrı nüshası tespit edilmiştir. Bunlardan ikisinin tarihi tespit edilememiş, diğerinde de 1080/1669 tarihine yer verilmiştir. Şerefnâme'nin Türkçe tercümelerinden bir diğeri olan Terceme-i Tevârîh-i Şeref Hân ise Şem'î tarafından 1092/1682 yılında yazılmıştır. Bu tercümenin de iki nüshası elde bulunmaktadır. Burada kafa kesme şeklinde gerçekleşen insan hayatına son verme formu, Klasik Türk edebiyatı metinlerinden ve özellikle Terceme-i Tevârîh-i Şeref Hân adlı tercüme eserden örnekler verilerek işlenmiştir. Bu çerçevede "kafa kesme" neyi ifade etmektedir; neden böyle bir yönteme başvurulmaktadır gibi sorulara cevaplar aranmıştır