Tarih Bölümü
Permanent URI for this communityhttps://hdl.handle.net/20.500.12514/44
Browse
Browsing Tarih Bölümü by Title
Now showing 1 - 20 of 222
- Results Per Page
- Sort Options
Article 16. Yüzyıl Osmanlı Tarihçisi Şükrü-yi Bitlisi ve Eseri "Selim-name"(Beyan Yayınları, 2008) Ercan, Gümüş…Article 17. Ve 18. Yüzyıl Osmanlı Devleti Hukuk Düzeni’nde Zamanaşımı (Mürûr-I Zamân) Uygulaması ve Amid Mahkemesi’nden Bazı Örnekler(OTAM, 2017) Ercan, GümüşKökeni Eski Yunan ve Roma hukukuna dayanan dava zamanaşımı, İslam hukukçularınca da kabul görmüş ve uzunca süre İslam hukukunda yürürlükte kalmış bir uygulamadır. Bunun Osmanlı Devleti’nde sıklıkla uygulandığı, kadı defterleri ve fetva koleksiyonlarında yer edindiği bilinmektedir. Çalışmanın amacı 17. ve 18. yüzyıllarda Amid mahkemesine yansıyan davalar arasında 10-15 yılın üstündeki davaların neler oldukları ve bunların zamanaşımı olgusu/karinesi ile ilişkisini irdelemektir. Çalışmanın amaç edindiği ikinci bir husus ise genelleme problemidir. Tarihe özgü çalışmalarda sıklıkla karşılaşılan bu yanılgı/sapma zamanaşımı hususunda da görülmektedir. Hukukta zamanaşımı olgusunun/karinesinin varlığına rağmen, bu karinenin her zaman ve her yerde aynı şekilde uygulanmadığı düşünülmektedir. Bundan hareketle, bu çalışmada, zamanaşımı hakkında kesin ve mutlak yargılar koymanın araştırmacılar için bir problem oluşturduğuna dikkat çekilmektir. Summary Nonclaim statute, originating from Ancient Greek and Roman law, has been accepted by Islamic lawyers and been in force in Islamic law for a long time. It is known that the implementation of statute of limitations was frequently used in the Ottoman State, and referred in the books of the cadi and in the fatwa collections. The purpose of the study is to examine the cases of over 10-15 years reflected in the Amid court in the 17th and 18th centuries while examining their relevance to the statute of limitations fact/presumption. Another subject that the study aspires to is the generalization problem. We often encounter this mistake/deviation in the statute of limitations subject as well as the studies specific to history. Despite the existence of fact/presumption of statute of limitations in law, this presumption is considered to have not been always executed in the same way everywhere. From this point of view, passing final and absolute judgement on the statute of limitations is remarked in this study as a problem for the researchers. Key Words: Statute of Limitations (Mürûr-ı Zamân), Ottoman State, Islamic Law, Amid Court, Cadi, Fatwa.Article 17. YÜZYILDA AŞİRET GELENEKLERİNİN ŞER’İ HUKUKTAKİ YERİNE DAİR DİYARBEKİR MAHKEMESİ'NDEN BİR ÖRNEK: KAN DAVALARINDA SULH AMACIYLA KIZ VERME ÂDETİ VE AŞİRETLİ TOPLUMLAR HAKKINDA BAZI DEĞERLENDİRMELER(Turkish Studies (Elektronik), 2018) Gümüş, ErcanBu çalışma, 17. yüzyılda Amid Mahkemesi'nde ele alınan bir "katl" davasında davacı aileye diyet olarak verilen bir takım çiftlik hayvanı, kümes hayvanı ve gündelik kullanım eşyaları arasında zikredilmiş, "berdel usulü"yle gelin giden Zarife adlı kadının davası esas alınarak kaleme alınmıştır. Hasımlar arasında berdel evliliği usulüyle kurulacak akrabalığın muhtemel kan davalarını engelleyeceği düşünülmüş olmalıdır. Bunu mahkemeye sunan ise sulh aracısı kişilerdir ki bunlar hukuki terminolojide "muslihûn-i müslimûn" olarak ifade edilmiştir. Davada, suçlu yerine, ailesinden bir kadın cezalandırılmıştır ve hasım aileye gelin olarak verilmiştir. Bu hususu ise "töre" denilen "sözlü hukuk"un Şer'i hukukta yer bulmasına bağlamak mümkündür. Bundan dolayı araştırmada ele alınan kavramlardan biri töredir. Birden fazla hukukun geçerli olmasından dolayı, sistemi "çoklu hukuk" olarak kabul etmek mümkündür. Aşiret hukukunun yani törenin mahkemede çözüm olarak kabul edilmesi zorunlu olarak aşiretli toplumlar hakkında bazı değerlendirmelere sebep olmaktadır. Bu bağlamda, aşiret yapılarının kaynaklardan takibine girişilmiş, inceleme döneminde ve bu döneme yakın tarihlerde Doğu ve Batı toplumlarında dikkate değer benzerlikle üzerine bazı görüşler sunulmuştur. Çalışma, kan davalarının çözümü için bir başvuru metodu olan berdel usulünü de kapsamaktadır. Çalışmada dikkat çekilen diğer bir problematik mahkemenin verdiği kararın içeriğidir. Mahkemenin kararı, İslam Hukuku'nun ve Evrensel Hukuk’un temel prensiplerinden olan "suçun şahsiliği" ilkesiyle çelişmektedir. Bireysel bir suçun cezası suçlu yerine suçlunun yakınlarından birine ödettirilmiştir.Article 17. YÜZYILIN SONUNDA CİZYE DEFTERLERİNE GÖRE DİYARBEKİR (AMİD) ŞEHRİNDE GAYRİMÜSLİMLER (1691-1695)(e-Şarkıyat İlmi Araştırmalar Dergisi, 2020) Gürhan, VeyselOsmanlı hukukuna göre ülke sınırları içerisinde yaşayan gayrimüslim halk kendilerine sağlanan güvenlik ve himaye karşılığında zimmî olarak tanımlanmakta ve kendilerinden cizye adıyla bir vergi alınmaktaydı. Cizye mükelleflerinin yaşadıkları mahalle, köy, kaza ve eyaletlere göre kaydedildiği defter gruplarına ise cizye defterleri adı verilmekteydi. Bu defterlerden elde edilen veriler sayesinde yerleşim yerlerinde bulunan gayrimüslimlerin nüfusu ve ekonomik durumları ile ilgili bilgiler edinmek mümkündür. Bu araştırma Osmanlı Arşivi’nde Maliyeden Müdevver Defterler (MAD.d) fonunda bulunan Diyarbekir Eyaleti’ne ait 3 cizye defterinden elde edilen verilere dayanmaktadır. 17. yüzyılın sonuna ait bu defterler Diyarbekir kent merkezi ile eyalet içerisindeki kazalara ait verileri ihtiva etmekte; fakat bu araştırma sadece kent merkezine ait verilere odaklanmaktadır. Zira bahsi geçen dönemde Diyarbekir Eyaleti’nin merkezi konumundaki Amid Kazası aynı zamanda eyaletin en büyük şehri olup paşa sancağı olarak da nitelendirilmekteydi. 19. yüzyılın sonlarına kadar gayrimüslim nüfusun yoğun olarak yaşadığı bilinen Diyarbekir kent merkezinde incelenen dönem içerisinde tahmini olarak ne kadar gayrimüslim nüfusun var olduğuna, siyasi, idari ve ekonomik değişimlerin demografik yapıya etkisine, gayrimüslimlerin hangi mahallelerde ikamet ettiklerine dair daha birçok bilgiye bu defterlerden elde edilen veriler ile ulaşılabilmektedir. Bu çalışma ile 17. yüzyılın sonlarında Diyarbekir’de gayrimüslimlerin demografik yapısı ve mekânsal konumlanmaları ile birlikte ödedikleri vergi kategorileri üzerinden sınıfsal durumları tespit edilmeye çalışılmaktadır.Article 18. Yüzyıl Osmanlı Toplumunda Kadın ve Hukuk: Amid Mahkemesi'nde Kadınların Hak Arama Süreçlerine Dair Bazı Değerlendirmeler(2017) Gürhan, VeyselKamusal alanın dışına itilmiş veya itilmeye çalışan birçok topluluk gibi kadınlarda ilk çağlardan beridir süre gelen tarih yazımı geleneğinde kendilerine yeteri kadar yer bulamamışlardır. Çünkü geleneksel tarih yazımı öznesi erkek olan ve erkeklerin yaşam pratiklerinden kaynaklanan konular etrafında gelişmiştir. Kamusal alandaki erkek egemenliği tarihi erkeğe has bir alan olarak gösterirken kadını ise geçmişte gelişmiş olaylarda değişime sebep olmayan ya da sonucu etkileyecek güce sahip olmayan bir konumda temsil etmiştir. Osmanlı Tarih yazımının ilk örneklerinde de benzer şekilde erkekler tarihsel olaylarda özne olarak kabul edilirken kadınlar ise uzun bir süre tarih kitaplarında görünür olamamışlardır. Özellikle feminist kuramın toplumsal tarih çalışmaları ile kesişiminden sonra bahsi geçen algı kırılmış ve arşiv belgelerinden yola çıkarak sadece siyasi olayların değil sosyal tarihin de aydınlatılabileceği bakış açısının gelişimiyle birçok araştırmacı kadınların tarihine yönelmiştir. Bu çalışmada kamusal alanda tutulan Osmanlı kadı sicilleri üzerinden kadınların hak arama mücadeleleri ve Osmanlı kadınının içinde bulunduğu dönemdeki görünümü resmedilmeye çalışılacaktır.Book Part 18. YÜZYILDA OSMANLI TAŞRASINDA ADALET DAİRESİ/ DAİRE-Yİ ADLİYE MEFHUMUNU RESMETMEYE DAİR BİR DENEME(Gece Akademi Yayınları, 2018) Gümüş, Ercan…Article 18. YÜZYILIN İKİNCİ YARISINA AİT (M. 1787-1789) 3757 NUMARALI TEREKE DEFTERİNİN AMİD’DEKİ SOSYAL VE EKONOMİK HAYATA DAİR DÜŞÜNDÜRDÜĞÜ BAZI HUSUSLAR(e -Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi, 2016) Gümüş, Ercan; Gürhan, VeyselBu çalışmada 1787-1789 yıllarında Diyarbekir/Amid mahkemesine ait ölüm kayıtlarının tutulduğu 3757 numaralı tereke defterinin verileri esas alınmıştır. Burada kayıtlı 175 tutanakta ölen kişilerin sahip olduğu servet, cinsiyet, din, meslek ve unvan gibi hususlar üzerinden bazı değerlendirmeler tablolara dökülmek suretiyle ele alınmıştır. Ayrıca, Amid’de yerleşik olan ve dışarıda ölenlerle buraya dışarıdan gelen ve kırsal yerleşim alanından gelenlerin profilleri üzerinde durulmaya çalışılmıştır. Anlatılan hususlardan hareketle bu yıllarda şehirdeki sosyo-ekonomik tablonun resmedilmesi amaçlanmıştır.Master Thesis 1818 (H. 1233) Tarihli Balat Şer’iyye Sicili (Metin Değerlendirme Varak 1-14)(2021)Şer’iyye sicilleri ihtiva ettikleri belge ve bilgiler nedeniyle bulundukları bölge ve yazıldıkları dönemle ilgili çeşitli ve çok zengin bilgiler içermektedirler. 130 numaralı Balat şer’iyye sicili bize Balat ile ilgili sosyal ve coğrafi alanlarda çeşitli bilgiler sunmaktadır. Bu sayede bizler sicilin yazıldığı dönemdeki sosyal yapı ve mahalli yapılar hakkında bilgiler edinebilmekteyiz. 130 numaralı Balat şer’iyye sicili bize 1818(H.1233) tarihindeki İstanbul’da ki sosyal yapı ve iktisadi uğraşlar hakkında bilgiler sağlayacak ve özellikle şehir tarihçileri tarafından istifade edilebilecektir. Adı geçen sicilde daha çok evlilik, boşanma, alım-satım, tereke ve vasi tayini ile ilgili belgeler bulunmaktadır.Book 183 nolu Mardin şer'iye sicili belge özetleri ve Mardin(Mardin Valiliği İl Özel İdaresi, 2007) Kankal, İbrahim; Özcoşar, İbrahim; Güneş, Hüseyin H.; Gürhan, Veysel; Özcoşar, İbrahimMardin Valiliği İl Özel İdaresi” sorumlu olup, hiçbir durumda Avrupa Birliği'nin pozisyonunu yansıttığı şeklinde yorumlanamaz.Article 1879-1880 MUSUL VİLAYETİ KITLIĞININ EKOLOJİK, İDARİ VE EKONOMİK BAĞLAMI(Genel Türk Tarihi Araştırmaları Dergisi, 2022) Dinç, FasihOsmanlı belgelerinde kaht u gala olarak geçen kıtlık, yerel düzeyde ekseriyetle yetersiz ve dengesiz yağışlar sebebiyle toplumun temel besin kaynaklarından olan tahılda meydana gelen azlık ile buna bağlı olarak oluşan pahalılık olarak kendini gösterir. Kuraklığa bağlı olarak ortaya çıkan kıtlık, belli bir döneme mahsus değildir. İklim ve hava durumu koşullarından kaynaklı belli aralıklarla kendi kendini yeniden üretme özelliğine sahiptir. Kıtlığın kuraklığa bağlı olarak ortaya çıkan yapısı, beraberinde etkili ve sistemli bir iktidarın varlığını da gerekli kılar. Zira kıtlığın kendini tekrar eden yapısıyla ilişkili oluşan tahribatın kapasitesi iktidarın konumlanma düzeyiyle ters orantılıdır. Özellikle devlet iktidar alt yapısının zayıf olduğu bölgelerde kuraklığa bağlı olarak ortaya çıkan kıtlıkların olumsuz etkileri daha uzun bir zamana yayıldığı gibi yıkıcı olma kapasitesini de artırır. Bu nedenle kıtlık, doğal bir afet olmanın ötesinde devlet mekanizmasının yetersizlikleriyle de ilişkilidir. 1879 yılında yapılan idari bir düzenleme ile Irak’ın kuzey bölgelerini ihtiva eden Musul, Şehrizor (Kerkük) ve Süleymaniye sancaklarından oluşan Musul vilayeti, karasal iklim kuşağında bulunması nedeniyle belli aralıklarla kıtlıkların görüldüğü bölgelerden biri olmuştur. Ancak kendini yineleyen bu kıtlık hâli, nadiren kitlesel ölümlere yol açan şiddetli açlığa dönüşmüştür. Çünkü 18. yüzyılın ortalarından 19. yüzyılın ikinci yarısına uzanan süreçte Irak’ta etkin bir yönetim sergileyen yerel hanedan idareleri döneminde oluşan kuraklıkların neden olduğu darlıkların, kıtlığa dönüşmesine meydan verilmemiştir. Başka bir ifadeyle bu dönem itibariyle toplumsal hafızada iz bırakan kıtlık anlatılarıyla karşılaşılmamıştır. Doğal afetlerin yıkıcı etkisine ilişkin anlatıların, hanedan idarelerinin ilgası ve sonrasına yani merkezileşeme dönemine tekabül ettiği görülür. Bu anlamda çalışmada bir taraftan 18. yüzyılın ortalarından merkezileşme politikalarının uygulanmaya başladığı 1831 yılına kadar Irak bölgesi idaresini uhdelerinde bulunduran yerel hanedan idarelerinin kuraklık ve savaş gibi nedenlerle baş gösteren kıtlıkları önleme veya olumsuz etkilerini sınırlandırma imkân ve kapasiteleri üzerinde durulmuştur. Öte taraftan da merkezî idarenin tesisiyle birlikte Irak’ta meydana gelen kıtlıkların yol açtığı olumsuzluklarla mücadele imkân ve kapasitesi 1879-1880 Musul vilayet kıtlığından hareketle açıklanarak her iki dönem karşılaştırılmıştır. Merkezileşme politikalarının uygulanması sürecinde Musul vilayet alanının da dâhil olduğu tüm Irak bölgesinde güçlü bir idari sistemin tesis edilememesi baş gösteren kuraklıkların kıtlığa dönüşmesine zemin oluşturmuştur. Makalede 1875 yılında Musul vilayet alanında ortaya çıkan kuraklığın devlet mekanizmasının zayıf iktidar alt yapısı nedeniyle 1879 Aralığından 1880 Mayısına kadar şiddetli bir açlığa dönüştüğü tezi savunulmuştur. Bu çerçevede Musul vilayetinde kıtlığın yıkıcı etkilerini derinleştiren ve bir afete dönüşmesine yol açan iç ve dış nedenler üzerinde durulmuştur. Söz konusu nedenler Musul vilayetinin kendi iç dinamikleri ile birlikte imparatorluğun içinde bulunduğu koşullar ve özellikle İngiltere olmak üzere Avrupa merkezli uluslararası ticaretin Irak’ta etkisini artırmasıyla değişen ihracat ve ithalat yapısı bağlamında izah edilmiştir. Makalede 1879-1880 Musul vilayet kıtlığının yol açtığı olumsuzluklardan en fazla etkilenen ve büyük bedeller ödeyen toplumsal kesimin köylü çiftçiler olduğu sonucuna varılmıştır.Article 1897 TARİHLİ HAMİDİYE HAFİF SÜVARİ ALAYLARI TAKSİMATI(e-Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi/Journal of Oriental Scientific Research (JOSR), 2017) Ekinci, Mehmet RezanÖz Osmanlı Devleti, çok uluslu yapısı sebebiyle Fransız İhtilaliyle güçlü bir biçimde ortaya çıkan milliyetçilik akımının sonuçlarından etkilenerek toprak bütünlüğünü koruma refleksiyle hareket etmek durumunda kalmıştır. Böylece devlet XIX. yüzyılın başından itibaren dışarda savaşlarla uğraşırken ayrıca içerde azınlıklarıngayrimüslimlerin isyanlarıyla başbaşa kalmıştır. Batılı devletlerin gayrimüslimlerin hakları üzerinden Osmanlı’nın içişlerine karışmaları karşısında Osmanlı da toprak bütünlüğünü korumak için türlü siyasî hamleler geliştirmiştir. Batılı devletler, “Şark Meselesi” şeklinde formüle ederek ortaya attıkları bu geniş siyasetin çerçevesine Ayestefanos ve Berlin Antlaşmaları’yla devletin doğusunda bulunan Ermenilerin haklarını da dahil etmişlerdir. Osmanlı’nın bu hamleye karşı toprak bütünlüğünü korumak için aldığı tedbirler içerisinde geliştirdiği en genel siyaset “İslamcılık” olmuştur. Gayrimüslimlerin yıkıcı faaliyetlerine karşı daha çok müdafaa, yerine göre taarruz amacıyla Müslümanları birleştirmeye yönelik konulan bir proje olarak İslamcılık, bir devlet kurma arayışındaki Ermenilere karşı hem Kürd aşiretlerini silahlandırmak hem de devlete olan bağlarını pekiştirecek diğer projeleri de içeren kapsamlı bir ideolojidir. Aşiretlere yönelik oluşturulan “Aşiret Mektepleri” ile yine Sultan II. Abdülhamid’e atfen “Hamidiye Hafif Süvari Alayları” projesi de bu ideolojinin içinde yer almış en önemli aygıtlardır. HAMIDIAN LIGHT CAVALRY REGIMENTS’ DIVISION IN 1897 Abstract The Ottoman state had to protect its own imperial structure especially after the French Revolution, which caused ethnic-nationalist movements, since the State had multinational imperial structure. With this way, after the beginning of the nineteenth century, non-Muslim ethnic-nationalist movements also added to the problems of the outsider attacks of the world powers. While the western powers declared protection for the Ottoman non-Muslim subjects, the Ottomans created some political moves in order to protect its own territorial integrity. The western powers, who formulated ‘Eastern Question’, also argued for the rights of the Ottoman Armenians in the Treaties of San Stefano and Berlin. The most effectively developed strategy of the Ottomans was the policy of Pan-Islamism. Pan-Islamism, which was sometimes in defensive or aggressive levels against the disruptive activities of the non-Muslim Ottoman subjects, was a comprehensive ideology against the Armenian revolutionaries, who sought for state building, and militarized the Kurdish tribes in order to increase their close relations to the State and topple the Armenian ethnic-nationalist movements. Tribal Schools, which were created for those tribes, and the Hamidian Light Cavalry Regiments, which received its name from its builder, were some of those apparatuses that created Pan-Islamism as an ideology.Article 19. ve 20. Yüzyılda Siverek ve Havalisinde Aşiret İlişkileri ve Akışkan Bir Konargöçer Aidiyeti: Karakeçililer(Anemon Muş Alparslan Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2023) Ekinci, Mehmet RezanSiverek Karakeçilerine dair ulaşılabilen erken dönem malumat, 15. yüzyılda Akkoyunlu Uzun Hasan adına kaleme alınan Kitab-ı Diyarbekriyye adlı eserden alınmaktadır. Aşirete ve alt kollarına dair iktisadî ve çeşitli kayıtlar, tahrir ve ahkam defterlerinde bulunmaktadır. 16. asırda Milli Aşireti’ne mensub Milli Akkeçili ve Milli Karakeçili olarak tasnif edilmiştir. Sultan II. Abdülhamid döneminde 1903 senesinde basılı bir risaleden Karakeçilerle ilgili yeni bilgilere ulaşılmaktadır. Risalede Özbek diyarından geldikleri belirtilen aşiretin anıldıkları aile adları, meskûn mahalleri, yüklendikleri vazife ve işlevlerle ilgili bilgiler yer almaktadır. Karakeçi Aşireti’nin Urfa kolu ise, 19. ve 20. yüzyıllarda kendisine bağlı birçok kabileyle Siverek Sancağı’nda yaşamaktaydı. Risalede, anılan Özbek Karakeçilerinin Siverek Karakeçileriyle bağlantılarına dair bir bilgi yoktur. Bununla birlikte Siverek Karakeçilerine bağlı kabileler de tarih boyunca Anadolu’nun çeşitli mahallerinden Siverek mıntıkasına gelerek Karakeçi kimliği etrafında birleşmişlerdir. Birlik etrafında oluşan güç temerküzü ve konfor alanı Karakeçilik mensubiyetine doğru akışkan olarak tavsif edilen bir kimliğin benimsenmesini sağlamıştır. Aşiret, 19. yy. sonlarında 45 ve 46 numaralı iki alayla Hamidiye Süvari alaylarına katılmışlardır. Aşiretin Hamidiye devlet zırhına bürünmesiyle çevre aşiretlerle aralarındaki problemler askeri kimlikleriyle girift bir hale dönüşmüştür. Siverek ve çevresindeki asayişin hükümete akseden yönü, mahallin hazineye katkısının kesintiye uğramasının engellenmesidir. Bu sebeple Hükümet, çatışan aşiretler arasında ılımlı bir siyasetle barışçıl çözümler üretmeye çabalamıştır.Book Part 19. ve 20. Yüzyıllarda Milli/Milan Aşireti(İletişim Yayınları, 2022) Ekinci, Mehmet RezanMilli ya da Milan Aşireti, yaşam sahasının dayattığı koşullar gereği kendi etrafında diğer aşiretleri birleştirici bir misyonla toparlamış ve kendi adıyla anılan bir aşiret konfederasyonu biçimini almış nadir aşiretlerdendir. Aşiretlerin bir ittifak kurma ihtiyacının sebepleri arasında, yaşam koşulları ve yaşam sahalarının nitelikleri önemli bir yer tutar. Aşiret sahası/mekânı olarak tutulmuş çöl ya da dağ coğrafyasının güvenliğini tehdit edici unsurlar, aşiret birliğine olan ihtiyacı teşvik edici bir müdafi unsur olarak ortaya çıkmaktadır. Aşiretler güvenlik sorunlarını tek başlarına çözemediklerinde, bu tehdidi bertaraf etmek üzere aralarında zorunlu bir ittifaka yönelirler. Bunun için de başka aşiretlere karşı belirli bir aşiretin liderliği ve otoritesi altında bir araya gelerek, ortak çıkar etrafında en güçlü aşiret reisine tâbi olurlar. Bu şekilde oluşan durum, bir siyasi birliktir. Ortada yaşam sahalarında var olmaya ilişkin bir mesele ve ekonomik kaynaklar üzerinde bir hakimiyet mücadelesi vardır. Bu birliği sağlayan reis, aşiret birliğinin başına geçer. Zamanla bu birlik, tek bir aşirete dönüşebildiği gibi Milli Aşireti’nde olduğu gibi en güçlü ve birleştirici aşiretin ismi ile anılabilir. Bu durum gerek Mardin, Urfa ve çevresinde Milli adıyla; gerekse İran, Ağrı, Van ve çevresi Milan aşiret birliğindeki aşiretlerin, mensubu oldukları kabileden önce Milli/Milan adlarını uzun zaman boyunca tercih etmelerindeki sebebi açıklamaktadır. Bir müddet sonra birliğin ismi, taşıdığı önem dolayısıyla kabile ismine tercih edilir duruma gelmektedir.Article 19. Yüzyıl Batılı Seyyahlarının Antik Dara (Anastasiopolis) Şehri ile İlgili Gözlemleri(2016) kütük, ahmetBugün Mardin il sınırları içerisinde bulunan Dara antik şehri, erken Bizans döneminde imparatorluğun doğu sınırındaki en önemli şehirlerinden biri olmuştur. I. Anastasius döneminde bir garnizon şehri olarak tanzim edilen Dara, I. Justinian döneminde imparatorluğun doğu sınırında yerleşen en sağlam kalesi haline geldi. Dara, bu tarihten itibaren Sasaniler tarafından sık sık saldırı ve kuşatmalara maruz kaldı. Sasani kralları I. Hüsrev Anuşirvan 574’te, II. Hüsrev de 604 yılında Dara’yı kısa süreli ele geçirdi. 640’ta gerçekleşen İslam hâkimiyeti sonrasında sınır hattındaki önemini yitiren şehir bu tarihten sonra derin bir sessizliğe gömüldü. Bugün şehirde var olan mimari kalıntıların çoğu erken Bizans dönemine tarihlenir. Dara, 19. yüzyılda batılı seyyahları tarafından sıkça ziyaret edilmiştir. Bu makalede adı geçen asırda şehre uğrayan seyyahların gözlemleri karşılaştırmalı olarak ele alınacak ve Dara’nın o dönemki mimari ve sosyal durumu tespit edilmeye çalışılacaktırArticle 19. Yüzyılda ABD Misyonerlerinin Mardin Süryanilerine Yönelik Faaliyetleri(İbrahim Özcoşar, 2006) Özcoşar, İbrahim; Özcoşar, İbrahimOsmanlı topraklarında ABD misyonerlerinin çalışmaları 19.yy.da başlamıştır. ABD’nin geleceğe yönelik sömürgecilik faaliyetlerinin alt yapısını oluşturan bu çalışmaların ilk hedefi Ermeniler olmuştur. Zamanla Osmanlı coğrafyasında geniş bir alana yayılan bu çalışmalar Süryanileri de hedef kitlesi içine almıştır. Süryanilere yönelen ABD misyonlarının, Misyonerlik çalışmalarını da kullandıkları en etkin yöntem eğitim kurumları olmuştur. Bu amaçla Süryanilerin Osmanlı sınırındaki Mardin’de, büyük bir eğitim kompleksi kurulmuştur. Bu kompleks çatısında yapılan çalışmalar, Süryaniler arasında bir kısmının Protestanlaşıp cemaatin bölünmesine sebep olmuştur.Article 19. Yüzyılda Diyarbakır’da Hıristiyan Cemaatler(Akademik Araştırma ve Dayanışma Derneği, 2008) Özcoşar, İbrahim; Özcoşar, İbrahimDiyarbakır, içinde bulunduğu coğrafyaya bağlı olarak, yüzyıllarca çok farklı etnik köken ve dinden toplulukları içinde barındıran bir kent olmuştur. 19. yüzyılda da bu heterojen yapısını devam ettiren Diyarbakır, Müslüman nüfusun ağırlıkta olduğu bir kent olmasına rağmen azımsanmayacak bir Hıristiyan nüfusa sahiptir. Millet sisteminin yapısı gereği Diyarbakır’da yaşayan Hıristiyan cemaatler mezhep esasına dayalı bir teşkilatlanmaya sahiptirler. Bu çalışmada bir yandan 19. yüzyılda Hıristiyan cemaatlerin nüfusu üzerinde durulacak, diğer yandan bu cemaatlerin teşkilatlanmalarına değinilecektir.Article 19. Yüzyılda Mardin Kadın Vakıfları ve Kadınların Mülkiyet İlişkileri(Vakıflar Genel Müdürlüğü, 2022) Akman, EkremÖz Bu çalışmanın konusu 19. yüzyılda Mardin’de kadınların kurduğu vakıflar, kadınların vakıflar bağlamında iktisadî rolleri ve mülkiyet ilişkileridir. Makalede cevabı aranan temel soru, kadın vakıflarını diğerlerinden ayıran özellikler, kadınların vakıflar aracılığı ile ortaya koydukları sosyal ve iktisadî faaliyetler etrafında gelişen mülkiyet ilişkileridir. Mülk sahibi olarak vakıf kuran, vakıflarda mütevelli ve lehdar olarak kadınların iktisadî ve sosyal rollerinin derecesi çalışmanın temel problemidir. Çalışmada öncelikle Mardin’de kadınların 19. yüzyılda kurdukları vakıflar; vakfiyeler, şer’iyye sicilleri ile arşiv belgeleri temel alınarak tespit edilmiştir. Bu çalışmanın amacı, Mardinli kadınların 19. yüzyılda kurdukları vakıfları tanıtarak, Osmanlı toplumunda kadın ve mülkiyet ilişkileri hakkındaki tartışmalara Mardin örneği bağlamında katkı sağlamaktır. Kadın vakıfları ve kadınların mülkiyet ilişkilerine dair literatür taramasına ve alandaki tartışmalara kısaca değinildikten sonra Mardinli kadınların kurdukları vakıflar tespit edilerek özelliklerine değinilmiştir. Makalede, ayrıca vakıf kurucusu, mütevelli ve lehdar olarak kadınların vakıflardaki rolleri ve diğer akrabalarıyla mülkiyet ilişkileri ve mücadeleleri de ortaya konmuştur.Book 19. Yüzyılda Mardin Süryanileri: Bir Yüzyıl Bir Sancak Bir Cemaat(Beyan Yayınları, 2008) Özcoşar, İbrahim; Özcoşar, İbrahimCoğrafi konumuna bağlı olarak tarih boyunca birçok kavmin, etnik grubun ve dinsel cemaatin yurdu olan Mardin, 19. yüzyılda, kale çevresinde kümelenmiş 13 mahallesi ve bu mahallelerde yaşayan 7 farklı dini/etnik cemaatin (Müslüman, Ermeni Katolik, Süryani Kadim, Süryani Katolik, Keldani, Şemsi ve Yahudi) birlikte yaşadıkları ve bunun gerektirdiği sosyal uyumu yakalayabildikleri bir şehirdir. Bu cemaatlerden Süryani Kadimlerin genelde tüm Osmanlı coğrafyasında özelde Mardin'deki durumları değerlendirildiğinde, hem yüzyılın, hem Osmanlı ve dünyadaki gelişmelerin, hem de Mardin'in kendine has şartlarından etkilenen ve bu etkilenmenin sonucu değişim süreci yaşayan bir cemaatle karşılaşılmaktadır. Günümüzde, ülkemizin Güneydoğu Bölgesi'nde yaşayan en önemli hatta tek gayrimüslim cemaat olma özelliği taşıyan Süryanilerin, 19. yüzyılda yaşadıkları değişim süreci bilinmeden günümüzdeki durumlarının doğru değerlendirilmesi ve geleceklerine yönelik doğru öngörülerde bulunulması mümkün değildir.Article 19. YÜZYILDA MİSYONERLİK FAALİYETLERİNİN SÜRYANİ KADİMLER ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ(BAŞAR MEVZUAT BANKASI, 2009) Özcoşar, İbrahim; Özcoşar, İbrahimOsmanlı Devleti; geniş coğrafyası sebebiyle 19. yüzyılda bir yandan Batı emperyalizminin iştahını kabartırken, diğer yandan yoğun misyonerlik çalışmalarına sahne olmuştur. Bu çalışmalar hem Osmanlı modernleşmesinin bir ayağını oluşturmuş hem de toplumsal çatışmanın da sebeplerinden biri olmuşlardır. Misyonerlik çalışmalarının bu etkileri öncelikle Osmanlı sınırlarında yaşayan Hıristiyan cemaatlerde hissedilmiştir. Bu cemaatlerden biri de Süryani Kadimlerdir. Süryani Kadimler, misyonerlik çalışmalarının hem modernleştirme hem de parçalayıcı tüm etkilerini 19. yüzyıl boyunca yaşamışlardırBook 19. yüzyılın İkinci Yarısında Diyarbekir’de Veba-i Bakarî(ENSAR NEŞRİYAT, 2018) Mengirkaon, SabriOsmanlı Devleti çok geniş coğrafyalarda hüküm sürmüş, ekonomisi tarım, hayvancılık ve daha ziyade bu ürünlerin ticaretine dayanan bir devlettir. Buna rağmen Osmanlı Devleti yakınçağlarda Avrupa’da meydana çıkan birtakım tarımsal teknik ve teknolojik gelişmeleri, ekonomisinin bel kemiğini oluşturan tarım ve hayvancılık faaliyetlerinde tatbik edememiştir. Özellikle 19. yüzyılda meydana gelen hayvan hastalıkları bütün Osmanlı Coğrafyası’nda olduğu gibi Diyarbekir’de de hayvancılığı olumsuz etkilemiştir. Özellikle bu dönemde görülen veba-i bakarî hastalığı Diyarbekir’de binlerle ifade edilen miktarlarda sığırların ölümüne sebep olmuş ve bu durum hem 19. yüzyılda Diyarbekir’de yapılan hayvancılığa hem de Osmanlı Devleti’nin ekonomisine sert bir darbe vurmuştur. Bu çalışmada 19. yüzyılın son çeyreğinde Diyarbekir’de meydana gelen veba-i bakarî hastalığı incelenecektir. 19. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin içerisinde bulunmuş olduğu ekonomik koşullar kısaca incelenecek, hayvancılığın Osmanlı Devleti ve Osmanlı’nın kent ekonomisi üzerindeki önemine değinilecektir. Çalışmada üzerinde durulan diğer bir sorunsal da; Osmanlı Devleti’nin hem merkezi idare hem de yerel idare bağlamında veba-i bakarî karşısında ortaya koymuş olduğu afetle mücadele metotları ve bu metotların sonuçlarıdır. Bu minvalde veba-i bakarî hastalığı ile yakından ilişkili olan Osmanlı Devleti’nde veterinerlik mesleğine değinilecek ve Avrupa’da bu mesleğin inkişafı ile Osmanlı Devleti’ndeki durumu incelenecektir. Bunun yanında Osmanlı Devleti’nin veba-i bakarî ile ilgili aldığı önlemler ve bunların sonuçları incelenecektir.