1. Home
  2. Browse by Author

Browsing by Author "Duygu, Zafer"

Filter results by typing the first few letters
Now showing 1 - 9 of 9
  • Results Per Page
  • Sort Options
  • Loading...
    Thumbnail Image
    Article
    Antik Çağ’da İnciller’in Güvenilirliği Meselesi
    (2019) Duygu, Zafer; 02.13. Department of Syriac Language and Literature / Süryani Dili ve Edebiyatı Bölümü; 02. Faculty of Letters / Edebiyat Fakültesi; 01. Mardin Artuklu University / Mardin Artuklu Üniversitesi
    Geleneksel İncillerin tarihsel açıdan güvenilir bilgiler verip vermedikleri sorusu günümüzde bilim insanlarınca çeşitli bilimsel yöntemler ışığında tartışılmaktadır. Bununla birlikte bu mesele, Antikçağ’da da bazı entelektüeller arasında gündem konusu olmuştur. Bu bağlamda bazı pagan yazarlar Hıristiyan kutsal metinlerine çeşitli açılardan eleştiriler getirmişlerdir. Onlar, bu sırada İncil metinlerini özellikle tutarsız bilgiler içerdikleri ve Hıristiyanlarca sonradan birçok defa değiştirildikleri iddiaları üzerinden hedef almışlardır. Aynı şekilde, İncillere dair problemler o zamanlar Hıristiyan düşünürlerin de epey mesaisini almıştır. Nitekim Hıristiyan düşünürler de yazdıklarıyla ya da öneri ve tasarruflarıyla İncillerin sorunlu yapısını bir bakıma ikrar etmişlerdir. Bu makalede, pagan yazarların söz konusu iddiaları Celsus ve Porphyrios adlı filozoflar özelinde; Hıristiyan düşünürlerin tartışma ve önerileri ise Markion, Tatianus, Origenes ve Augustinus bağlamında ele alınmaktadır. Dolayısıyla makalede, İnciller hakkında sonraki dönemlerde de sürecek temel bir tartışmanın Antikçağ’daki kökleri araştırılmaktadır.
  • Loading...
    Thumbnail Image
    Article
    İnciller Tahrif Edildi mi? Metin Kritiği ve Tercüme Meselesi Bağlamlarında Bir Değerlendirme
    (2019) Duygu, Zafer; 02.13. Department of Syriac Language and Literature / Süryani Dili ve Edebiyatı Bölümü; 02. Faculty of Letters / Edebiyat Fakültesi; 01. Mardin Artuklu University / Mardin Artuklu Üniversitesi
    “Kitab-ı Mukaddes Kritiği” ifadesi, kutsal metinlerin bilimsel açıdan analiz edilmesi amacıyla geliştirilmiş birçok yöntemi kapsamaktadır. Metin kritiği bu yöntemlerden biridir ve mevcut el yazmalarının karşılaştırılması temelinde özgün metinlerin inşa edilmesine yönelik arayışları içermektedir. Bu yöntemin geleneksel İncil metinlerini ihtiva eden eski el yazmalarına uygulanması önemli sonuçlara ulaşmaya olanak vermektedir. Bir metnin bir dilden başka bir dile aktarılmasını tanımlayan tercüme faaliyeti ise eski metne yeni dilde yeniden hayat vermek anlamına gelmektedir. Ancak tercüme, kendisine has kusurlar da barındıran bir eylemdir. Nitekim Yunanca İncil metinleri çok eski tarihlerden itibaren birçok farklı dile tercüme edilmişlerdir. Bu makale, bir taraftan metin kritiği perspektifinden verilen örnekler, öte taraftan ise tercüme metinlere ilişkin birtakım tespitlerden hareketle, geleneksel İnciller’in tarihsel açıdan güvenilir belgeler olup olmadıkları sorusunu tartışmaktadır.
  • Loading...
    Thumbnail Image
    Article
    Citation - WoS: 1
    İSA VE MUSA YASASI (Νόμος Μωϋσῆ) MESELESİ
    (Erciyes Üniversitesi, 2018) Duygu, Zafer; 02.13. Department of Syriac Language and Literature / Süryani Dili ve Edebiyatı Bölümü; 02. Faculty of Letters / Edebiyat Fakültesi; 01. Mardin Artuklu University / Mardin Artuklu Üniversitesi
    Musa Yasası (Νόμος Μωϋσῆ), Yahudi inancına göre Yahudiler için bağlayıcı nitelik taşıyan kurallar bütünüdür. Yasa’nın hükümleri, İsrail’in Tanrı’sı ile Yahudiler arasında yapılan anlaşmanın tezahürü olarak Yahudi kutsal metinlerinde yer almaktadır. Hıristiyanlık çerçevesinde Musa Yasası meselesi ise, İsa’nın ölümünden bir süre sonra, onun cemaatinde başlıca anlaşmazlık konusu ve bölünme sebebi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu mesele, sonradan İsrail’in Tanrı’sına ve İsa’ya iman eden öteki uluslardan (gentiles) insanların Musa Yasası’nın kurallarına da riayet edip etmeyecekleri bağlamındaki tartışmalar şeklinde tanımlanabilir. Bunun sonucunda İsa cemaatinde iki ayrı ekol ortaya çıkmıştır ve Yasa karşıtı ekol geleneksel Hıristiyanlığın temelini oluşturmaktadır. Bu yüzden bizzat İsa’nın, havarilerin ve ilk Kudüs cemaatinin bu konudaki düşünceleri büyük önem taşımaktadır. Bu doğrultuda, İsa’nın Yasa konusundaki düşüncelerini nakleden İncil rivayetleri, geleneksel Hıristiyanlığın ve kilisenin Yasa’ya dair tarih boyunca savunduğu iddiaları tartışmalı hale getirmektedir. Çünkü İsa’nın Yasa konusunda iki yönlü bir tutum içinde bulunduğu anlaşılmaktadır: Birincisi, İsa Yasa’yı kesin bir dille onaylamaktadır; zira Yasa’yı Tanrı buyruğu olarak görmektedir. İkincisi, Yasa konusunda gelenekçi din bilginleriyle anlaşmazlık halindedir; zira Yasa’nın Yahudi kanaat önderlerince bilinçli şekilde yanlış yorumlandığını düşünmekte ve Yasa’yı bizzat Musa dönemindeki gibi orijinal bağlamında yorumlama iddiası taşımaktadır. Bununla beraber, hem Yeni Ahit’te yer alan bazı metinler hem de erken dönem Hıristiyanlık literatürü havarilerin ve ilk Kudüs cemaatinin de İsa sonrası dönemde Yasa’ya riayet halinde olduklarını kanıtlamaktadır. Bu olgulardan yola çıkılarak Yasa kavramının tarihsel çerçevesinin belirlenmesi, İsa’nın ve ilk Kudüs cemaatinin Yasa karşısındaki tutumunun değerlendirilmesi ve İsa’nın öğretisinin bu bağlamda yorumlanması önem taşımaktadır.
  • Loading...
    Thumbnail Image
    Article
    İsa’nın Yeni Ahit’te “Tanrı Oğlu” Olarak Tanımlanması Meselesi
    (2018) Duygu, Zafer; 02.13. Department of Syriac Language and Literature / Süryani Dili ve Edebiyatı Bölümü; 02. Faculty of Letters / Edebiyat Fakültesi; 01. Mardin Artuklu University / Mardin Artuklu Üniversitesi
    Yeni Ahit’te ve geleneksel Hıristiyanlık anlayışında İsa’yı tanımlamak amacıyla kullanılan enönemli kristolojik unvanlardan birisi “Tanrı Oğlu”dur (ό υἱὸς τοῦ Θεοῦ). Tanrı Oğlu anlayışınınİsa öncesi dönemde hem Yahudi hem de pagan kültür çevrelerinde de yaygın bir şekildebenimsendiği görülmektedir. Nitekim Yahudi çevrelerinde daha çok beşeri anlamlarıyla yerbulan Tanrı Oğlu ifadesi, benzer şekilde İsa’nın ilk takipçilerinden oluşan Kudüs cemaatitarafından da İsa’ya Mesih kavramıyla bağlantılı şekilde kraliyet unvanı olarak nispet edilmişolmalıdır. Ancak Hıristiyanlığın pagan dünyada yayılmasıyla birlikte Tanrı Oğlu unvanı daanlam değişikliğine uğramıştır. Bu süreçte Tarsuslu Pavlus ve Yeni Ahit’te yer alan İncilmetinlerini kaleme alan yazarlar, söz konusu bu ifadeyi insanüstü ve ilahi bir varlık olarakyorumlamışlar ve İsa’yı da bu çerçevede yeniden konumlandırmışlardır. Bu makalede, “TanrıOğlu” ifadesine Pavlus tarafından yüklenen anlamla, İsa’nın “erdemli beşer” statüsünden“ilahi varlık” statüsüne nasıl dönüştürüldüğü ele alınmaktadır.
  • Loading...
    Thumbnail Image
    Article
    PAULUS, İSA MESİH’İN ELÇİSİ MİYDİ?
    (2019) Duygu, Zafer; 02.13. Department of Syriac Language and Literature / Süryani Dili ve Edebiyatı Bölümü; 02. Faculty of Letters / Edebiyat Fakültesi; 01. Mardin Artuklu University / Mardin Artuklu Üniversitesi
    Paulus, birçok araştırmacıya göre geleneksel Hristiyanlığın kurucusudur. Çünkü İsa’nın tarih sahnesinden çekilmesi sonrasında, “İsa Mesih’in hizmetkârı” (δοῦλος Χριστοῦ Ἰησοῦ) ve “ulusların havarisi” (ἀπόστολος τῶν ἐθνῶν) olduğu iddialarıyla ortaya çıkmış; Mesih’in ölümü ve dirilişi rivayetlerine soteriyolojik anlamlar yüklemiştir. Geleneksel Kilise ise Paulus’un bu doğrultudaki teolojik görüşlerini esas almaktadır. Ancak tarihsel açıdan bakıldığında burada birçok soru yükselmektedir. Bunlar arasında iki tanesi bilhassa öne çıkmaktadır. Birinci olarak, Paulus’un Mesih’in şahsiyeti ve öğretileri ile Yahudi Yasası ve kurtuluş kavramı gibi olgulara yönelik savları, bizzat İsa’nın yaşamı sırasında vaaz ettiği öğretilerle çelişmektedir. İkinci olarak, Elçilerin İşleri Kitabı’nda verilmek istenen temel mesajın tersine, Paulus’un İsa’nın havarileriyle hiçbir zaman “birlik” içinde hareket etmediği ve onlarla “din kardeşi” olmadığı, fakat aksine onlar tarafından adeta “düşman” olarak görüldüğü anlaşılmaktadır. İsa ve Paulus çağında, Galilaia (Celile), Samareia (Samiriye) ve Kudüs’ü de içeren Ioudaia (Yahudiye) gibi bölge ve eyaletlerden oluşan Filistin, Romalıların kontrolü altındadır. Nitekim Paulus ile Kudüs havari cemaati arasında siyasi duruşları itibariyle de ciddi farklar göze çarpmaktadır. Bu bağlamda anlaşıldığı kadarıyla Paulus, Mesih’e iman ettiği iddiasının öncesinde de sonrasında da, I. yüzyılın birinci yarısında Romalıların ve ayrıca Romalılar adına yönetici güç olarak bölgede varlık gösteren Herodesler ile Yüksek Rahip tarafından oluşturulan siyasi otoritelerin bir temsilcisi olarak hareket etmiştir. Roma iktidarını benimsemeyen bağımsızlık yanlısı Yahudi cephesi açısından ise Mesih kavramı siyasi direniş düşüncesinin sembolü olmuştur. Dolayısıyla, Paulus’un siyasi kişiliği ve faaliyetleri; hem Yeni Ahit metinlerine yansımayan muhtemel amaçlarının ortaya konulması, hem de Hristiyanlığı ortaya çıkaran gelişmelerin anlaşılması açısından önem taşımaktadır.
  • Loading...
    Thumbnail Image
    Article
    Citation - WoS: 1
    Sinoptik Problem ve Redaksiyon Kritiği: Giriş Mahiyetinde Bir Değerlendirme
    (Cumhuriyet Univ, Fac theology, 2019) Duygu, Zafer
    The Synoptic Problem is a puzzle that scholars have desired to solve since the 18th century. The discussion has a religious background, because it is about the first three canonical Gospels of the Church, namely Matthew, Mark and Luke, which came to be called the Synoptic Gospels. The discussion, in the most basic context, concentrates on the point that there is a possible relationship or connection between the Synoptic Gospels and that each one is substantially similar to another but at the same time includes different aspects. This theoretical discussion separates the Gospel of John from the Synoptic Gospels and does not see it as a main source for the history of Jesus. The method of discussion is based on the reading of the Synoptic Gospels from a birds-eye-view, as seen together, and as comparatively in relation to each other. The aim of the discussion is to reach accurate historical information about Jesus and the birth of Christianity by analyzing the possible relationship between the Synoptic Gospels through their sources. Several hypotheses have been proposed for the solution of the Synoptic Problem. However, all the modern studies in the context of the problem are carried out by Western scholars. In other words, Synoptic Problem is a relatively unknown subject in the Turkish academic circles. So in this paper the aim is to draw the attention of the Turkish academy to the substance and framework of the Synoptic Problem through an introductory survey. In addition, some results that can be reached in this context will be exemplified by getting help from the redaction criticism. Summary: The Synoptic Problem is a puzzle that scholars have been trying to solve since the 18th century. The discussion has a religious background, for it is about the first three canonical Gospels of the Church (namely Matthew, Mark, and Luke, which are called the Synoptic Gospels). The discussion, in the most basic context, concentrates on a possible relationship or connection between the Synoptic Gospels and that each one is substantially similar to another one, but at the same time including different aspects. This theoretical discussion separates the Gospel of John from the Synoptic Gospels, and does not see it as a main source for the history of Jesus. The method of this discussion is based on the broad reading of the Synoptic Gospels as well as a comparison in relation to each other. The aim of the discussion is to reach accurate historical information about Jesus and the birth of Christianity by analyzing the possible relationship between the Synoptic Gospels through their sources. The traditional four Gospels have been debated since ancient times. There have been many dimensions of these discussions. However, whether the Gospels contain contradictory information or not has always been at the forefront. Pagan writers, such as Celsus or Porphyry, criticized the Gospels in this respect. Christian writers, such as Marcion or Tatian who lived in the second century when the Gospels were not seen as canon yet, raised some suggestions based on the doubts that the Gospels were incompatible with the Jewish scriptures and contained contradictions among themselves. Marcion included a single Gospel that was close to the Gospel of Luke in his New Testament canon. Tatian made a mixed version of the four Gospels. In the next stage, the contradictions in the Gospels were explained by the Christian writers, such as Origenes or Augustine. However, the four Gospels were more prominent in this new era and they were regarded as canons by the Church. Therefore, the Christian writers' approach to the Gospels also began to change. Origen emphasized allegorical interpretation which had been known since the Jewish philosopher Philo (d. 50) in Alexandria. Thus, he wanted to protect the contradictory texts from being seen as the source of the problem. He argued that the problem was the human mind that could not grasp the allegorical mystery of the text or the narrative in the text. Augustine had a similar approach with the suggestion that the Gospels should be read by a faithful heart. According to Augustine, it is natural that the Gospels reflect different characters because the Gospel writers describe Christ differently. In order to be able to comprehend the divine meaning in these texts, the Gospels must be read in a spiritual mood. After all, all these Christian writers aimed to respond to the criticism by the pagan writers regarding the Gospels, as well as the current suspicions in the minds of Christians. Origen was the first Christian thinker to devote an effort to solve the debates on the Gospels in a logical and systematic way. As for Augustine, he was the starting point of the Synoptic Problem since Augustine was the first to mention the links between the Gospels texts, namely the idea that the authors of the Gospels may have used each other as sources. However, in the modern sense, the Synoptic Problem has been transformed into an academic discipline by the intellectuals who followed the path of Enlightenment thinkers, such as Reimarus (1684-1768), Lessing (1729-1781), Griesbach (1745-1812), and Eichhorn (1752-1827). Because modern researchers differ from old writers based on Church ideologies, they began to demolish traditional beliefs about the Gospels. Thus, the effort to harmonize incompatible narratives in the Gospels is left aside. Indeed, the ancient writers put a lot of effort into it. Now, in the places where indirect relations can be established between the Gospels, the idea of finding the common hypothetical sources of these Gospels is prominent. The claim that the Gospels were directly connected to Jesus as a historical figure has been gradually faded away. The basis of the Synoptic Problem is the comparative reading of the Synoptic Gospels. In the modern sense, this comparison and its interpretation was made by J. J. Griesbach (1745-1812) for the first time. Griesbach was the first scholar to compare Matthew, Mark, and Luke in a way to create a synopsis. His comparison is based on a reading done by placing several passages or narratives from the Gospels side by side. Many hypotheses have been put forward for the solution of the Synoptic Problem. Two-Source Hypotheses, Four-Source Hypotheses, and Farrer Theory are the most popular ones among researchers. These views are based on Marcan Priority. In this context, independently from each other, Matthew and Luke used Mark's text as their sources. Also, according to the Two-Sources and Four-Source Hypotheses, the authors of Matthew and Luke used another written document as their sources. This document is named the "Q" which derives from the German word "Quellen." In this way, it is assumed that the Q-document and the Gospel of Mark are the sources of the Gospels of Matthew and Luke. The writers of the Gospels wrote their own texts by using written and oral sources. One of the scholarly methods is the redaction criticism that explores how the Gospel writers shaped the old literary documents by arranging, re-shaping, and revising them. This theory looks at whether the source used by an author is known and available today in order to understand whether how the author used his sources would provide important clues about his tendencies or ideologies. In this regard, the theory of the Marcan priority can be rendered functional along with the redaction criticism. In doing so, it is possible to reach important conclusions about Jesus and the birth of Christianity, as well as the theological and ideological ideas of the unknown authors of the Gospels of Matthew and Luke. First of all, the authors of Matthew and Luke used Mark's text as their sources. Secondly, we have these three Gospels today. And finally, the ways in which the writers of Matthew and Luke shaped the text, phrases, or expressions of Mark reveal important results about their thoughts. The analysis shows that the authors of Matthew and Luke sometimes made additons that could be called interpolation to Mark's text; sometimes they wanted to censor some statements in Mark; sometimes they tried to explain or clarify some statements in the Mark, or sometimes they tried to blur clear expressions and expositions in Mark's text. These authors did not do such things without a reason. They wanted to reshape Mark's text in accordance with their theological understanding of Jesus as Christ. In this context, according to some expressions in Mark, Jesus' power had a limit. The authors of Matthew and Luke did not find these statements appropriate, because they changed Mark's some statements to create an impression that Jesus' power was not limited. This proves that the authors of Matthew and Luke re-arranged their resources to present Jesus as a superhuman being. Similarly, in Mark, there are lines in which Jesus declares his loyalty and servitude to the God of Israel. In such passages, he presented his personality in a low Christology context against God. However, the authors of Matthew and Luke were disturbed by such statements, because they intervened in these statements in Mark. They wanted to change some of the meanings and contexts in Mark's text through such interventions and presented Jesus as Christ in a high Christological context to their readers. In the end, all these researches also responded to the question of to what extent the Gospels provide reliable information on a historical basis.
  • Loading...
    Thumbnail Image
    Article
    Sözlü Gelenek, Form Kritiği ve İnciller
    (2019) Duygu, Zafer; 02.13. Department of Syriac Language and Literature / Süryani Dili ve Edebiyatı Bölümü; 02. Faculty of Letters / Edebiyat Fakültesi; 01. Mardin Artuklu University / Mardin Artuklu Üniversitesi
    İsa’nın ölümünden 35-70 yıl sonra bugün ‚İncil‛ diye tanımlanan anonim metinleri kaleme alan yazarların hangi bilgi kaynaklarını kullandıkları meselesi, araştırmacılar arasında tartışılan bir konudur. Bu bağlamda, İncil yazarlarının bazen birbirlerinin metinlerini kaynak olarak kullandıkları ortaya konulmuştur. Bazen hipotetik bazı yazılı kaynakları da kullanmış oldukları düşünülmektedir. Ancak İncillerin arkasında ‚sözlü gelenek‛ denilen şifahi bir rivayet külliyatının bulunduğu da kabul edilmektedir. Sözlü gelenek; İsa hakkında 30’lu yıllardan II. yüzyılın ikinci çeyreğine kadar yayılarak dolaşan küçük, ayrı, bağımsız, sözlü anlatılardan oluşmaktadır. Günümüzde ‚İncil‛ tabir edilen yazılı metinlerden hareketle, bu metinlerin arkasındaki sözlü geleneğin anlaşılmasına ve İncil yazarlarının reda ktörler olarak bu geleneği nasıl şekillendirdiklerine dair bilimsel arayışlar ise ‚form kritiği‛ denilen metodolojik bir yaklaşımı öne çıkarmıştır. Form kritiği, sözlü geleneğin yapısını, özgün temelini ve tarihini tanımlanmayı amaçlayan bir disiplindir. Bu disiplin, İncil araştırmaları alanında önemli sonuçlara ulaşmayı mümkün kılmaktadır. Wellhausen, Schmidt, Dibelius ve Bultmann gibi Alman araştırmacılar, bu alanın öncü isimleri olmuşla rdır. Bununla beraber, form kritiği konusu, tıpkı Kitab-ı Mukaddes Kritiği kapsamındaki diğer yöntemler gibi Türk akademisi özelinde boş bırakılmıştır. Bu makale, İncil rivayetlerinin arka planını oluşturan ‚sözlü gelenek‛ kavramına ve bu süreci çeşitli açılardan inceleyen ve aydınlatmaya çalışan ‚form kritiği‛ yöntemine, Türk akademisinin dikkatini çekmeyi amaçlamaktadır.
  • Loading...
    Thumbnail Image
    Master Thesis
    Süryani kroniklerine göre Bizans-Sasani savaşlarının Mezopotamya şehirlerine etkisi: Nusaybin örneği (IV-VII. Yüzyıllar)
    (Mardin Artuklu Üniversitesi, 2017) Aydın, Gazi; Duygu, Zafer; 02.13. Department of Syriac Language and Literature / Süryani Dili ve Edebiyatı Bölümü; 02. Faculty of Letters / Edebiyat Fakültesi; 01. Mardin Artuklu University / Mardin Artuklu Üniversitesi
    Söz konusu bu araGtırmada Bizans-Sasani savaGlarının IV-VII. yüzyıllar arasındaki süreçte Mezopotamya Gehirlerine olan etkisi Nusaybin bağlamında ele alınmıGtır. GiriG bölümünde araGtırmanın sınırları belirlenmiG, bunun ardından Roma/Bizans ve Part/Sasani devletlerinin birbiriyle yaptıkları savaGlardan bahseden Süryani kronikleri kısaca tanıtılmıGtır. Birinci bölümde, Bizans-Sasani savaGlarının tarihsel arka planı irdelenmeye çalıGılmıG ve bu savaGların temelinde yatan stratejik nedenlerden bahsedilmiGtir. Bunun akabinde savaGların kronolojisi verilmiGtir. Aynı bağlamda savaGların hangi imparatorlar arasında yapıldığı ve sonuçları tespit edilmeye çalıGılmıGtır. Gkinci baGlık altında, tezimizin temel konusunu oluGturan ve Geç Antikçağ"da Mezopotamya"nın önemli Gehirlerinden birisi olan Nusaybin"in tarihteki yeri incelenmiGtir. Gkinci bölümde ise Süryani kaynaklarında Bizans-Sasani savaGları bağlamında Nusaybin Gehri ele alınmıG ve IV-VII. yüzyıllar aralığında bu iki devlet arasında süregiden savaGların siyasî, sosyal ve iktisadî yönlerden Nusaybin"i nasıl etkilediği sorusu cevaplanmaya çalıGılmıGtır. Tezimiz sonuç bölümüyle bitmektedir.
  • Loading...
    Thumbnail Image
    Article
    Zuknin Manastırı Süryani kroniği (775) özelinde İslam idâresi altındaki Hıristiyanlarda ‘Din Değiştirme’ meselesi
    (2013) Duygu, Zafer; 02.13. Department of Syriac Language and Literature / Süryani Dili ve Edebiyatı Bölümü; 02. Faculty of Letters / Edebiyat Fakültesi; 01. Mardin Artuklu University / Mardin Artuklu Üniversitesi
    VII. yüzyıl ortalarında Müslümanların yönetimi altına giren Doğu Hıristiyan unsurlar arasında, İslam dininin ilgi gördüğü anlaşılmaktadır. Fakat İslamlaşma olgusu, İslam dünyasında ve Türkiye’de, tıpkı İslam Tarihi’ne dair diğer meseleler gibi, genellikle, sadece İslam kaynaklarından takip edilmiştir. Hâlbuki tabii olarak, o dönemlerin Hıristiyan yazarlarının da bu konuda söyleyecekleri olmuştur. Hıristiyanlar arasındaki İslamlaşma olgusuna atıf yapan çeşitli Doğu Hıristiyan metinleri arasında, 775 yılı civarlarında Ortodoks bir Süryani tarafından Diyarbakır yakınlarındaki Zuknin Manastırı’nda kaleme alınan bir kronik çalışması, ayrıcalıklı bir yere sahiptir. Bu makalede, bu metnin İslamlaşma meselesine dair aktardığı bilgiler üzerinde durulmuş ve bu bilgileri diğer Doğu Hıristiyan kaynaklarıyla karşılaştırmak suretiyle İslamlaşma olgusu hakkında alternatif bir perspektif oluşturabilmek hedeflenmiştir.