İslami İlimler Fakültesi
Permanent URI for this communityhttps://hdl.handle.net/20.500.12514/17
Browse
Browsing İslami İlimler Fakültesi by Title
Now showing 1 - 20 of 123
- Results Per Page
- Sort Options
Article 16-18. Yüzyılda Osmanlı Doğu Vilayetlerinde Safevi/Acem Hacılarıyla İlgili Değerlendirmeler(2019) Doğan Turay, EsraSafevî hacıları Osmanlı Devleti’nin kendilerine belirlediği Şam-Mekke güzergâhına ulaşmak için Erzurum-Urfa-Halep ya da Van-Urfa-Halep bağlantı yollarını kullanmışlardır. İki ülkenin rekabet alanından geçen bu yollar Safevî hacılarını bazen zor durumda bırakmış, tüm İslam coğrafyalarında dokunulmazlığı olan hacı olma durumu Acem hacılarını saldırılardan koruyamamıştır. Hacıları korumak için Osmanlı devleti tarafından tayin edilen Acem Ağası çözümün bir parçası olmak yerine Kürdistan hâkimleri ve yerel halkla işbirliği yaparak sorunun bir parçası haline gelmiş, bu durum çoğu kez Osmanlı sultanları ile Safevî şahları arasında hoşnutsuzluğa sebep olmuştur. Buna rağmen Şii hacıların yolculukları hiçbir dönem kesintiye uğramamıştır. Acem hacılarının iki ülke siyasetinden kaynaklanan bu sıkıntıları Osmanlı resmi belgeleri, Safevî vakayinameleri ve döneme ait seyahatnamelerde açıkça görülmektedirArticle 16. Asır Kudüs’ünde Bir İlim Kurumu Taziyye: Medresesi(Hitit Üniversitesi, 2022) Evsen Aydın, EsraÜç semavi din için kutsal kabul edilen, bu nedenle tarih boyunca bu üç dine mensup devletlerin şehre hâkim olma mücadeleleri verdiği, yeryüzünde bu özellikte tek şehir olan Kudüs Müslümanlar için de tarihleri boyunca önemli bir konumda olmuştur. İslam idaresinde olduğu her dönemde Mekke ve Medine’den sonra üçüncü harem kabul edilen, tamamı Mescid-i Aksa olarak anılan Harem-i Şerif alanı başta olmak üzere şehrin her köşesinde Müslüman bir kimlik oluşturmak amacıyla imar ve inşa faaliyetleri devam etmiştir. Coğrafi konumu sebebiyle ticaret merkezi özelliği taşımayan, Haçlı seferlerinin olduğu dönem dışında askeri ve siyasi olarak da merkezi bir konumu olmayan Kudüs, Müslümanların hâkim olduğu zamanlarda mukaddes bir dini merkez olmanın yanında önemli bir ilim merkezi özelliği de taşımıştır. Şehirde inşa edilen medreseler, tekke ve zaviyeler, ribâtlar, hankahlar gibi müstakil dini ve ilmi kurumların yanı sıra Mescid-i Aksa’nın kendisi de sadece ibadet için kullanılan bir mescit olmayıp her zaman cami dersleri, zikir meclisleri, mestabe denilen ve avlusunda kurulan ilim halkalarıyla canlı bir ilim merkezi fonksiyonu icra etmiştir. Şehirde ilim kurumlarının tesisi Eyyûbîler döneminde başlayarak Memlükler ile zirveye ulaşmış, Osmanlılar döneminde ise daha çok mevcut sistemin, kurumların ve bu kurumları ayakta tutan vakıfların muhafazasını sağlayan bir siyaset takip edilmiştir. Osmanlı idaresine geçtikten sonra Kudüs’te bulunan medreselerin işleyişini nasıl devam ettirdiği, vakıf müessesesinin kontrolü gibi konuların anlaşılması için Kudüs medreseleri üzerine yapılacak müstakil çalışmaların sayısının artması önemlidir. Bu alanda literatüre katkı sağlamayı amaçlayan bu makalenin konusu; önemli askeri ve idari hizmetlerde bulunan, ancak ömrünün son demlerinde yaşadığı siyasi sorunların ardından bir tür emeklilik ihsanı olarak Kudüs’te yaşama talebi kabul edilen Memlük emiri Emir Tâz tarafından inşa ettirilen, orta büyüklükte olduğunu düşündüğümüz Tâziyye Medresesi’dir. Mescid-i Aksa çevresinde kurulan ve sayıları elliyi aşan medreseden biri olan Tâziyye, XVI. asırda nüfusu ancak 5 bin civarında olan şehirdeki canlı ilim hayatının bir şahidi olarak Osmanlı devletinin hâkimiyeti döneminde de faaliyetine devam etmiştir. Osmanlı döneminde Arap coğrafyasında bulunan medreselerin yapısını ve işleyişini ele alan literatürde mevcut çalışmalar daha çok vakfiyesi bugüne gelen veya mansıp sahiplerinin ve talebelerinin izinin tabakât kitaplarından sürülebildiği yani hakkında malumata ulaşmanın nispeten kolay olduğu daha büyük ölçekli ve görünürlüğü olan yapılara odaklanmaktadır. Bu makalenin amacı ise, XVI. asırda Kudüs’ün ilmi kurumlarını ve yapısını anlayabilmek için büyük ve görünür bir örneğin değil, şehirde sayıca daha fazla olan ancak hakkında sınırlı miktarda malumata rastlanan orta ölçekli bir örneğin izini sürerek literatüre kazandırmaktır. Bunun için XVI. asırda farklı tarihlere ait Şer̒iyye sicilleri ve mühimme kayıtları ile literatürde mevcut çalışmalara müracaat edilecektir. Kudüs Şer̒iyye sicilleri Arapça olup defterlerin fiziki şartları ve yazı karakterleri sebebiyle okunması konusunda zorluklarla karşılaşıldığı için Türkçe literatürde, merkezine doğrudan bu yerel kaynakları alarak konuyu inceleyen çalışma sayısının az olması nedeniyle bu makale bu yönüyle de alana katkı sağlamayı amaçlamaktadır. Makale beş başlıktan oluşmaktadır. İlk başlıkta medresenin vâkıfı olan Memlük emiri Emir Tâz hakkında biyografik bilgilere, ikinci başlıkta medresenin mekânsal özelliklerine yer verilmiştir. Medresenin devamlılığı için en önemli unsur olan vakıf gelirlerinin ve bu işleyişte görevli kişilerin ele alındığı üçüncü başlıkta hem medresenin maddi desteğinin büyüklüğü incelenmiş hem işleyişte karşılaşılan bazı sorunlar ortaya konmuştur. Dördüncü başlıkta medresenin tedris faaliyetinin unsurlarına odaklanarak Kudüs medreselerinde mansıpların tevcihi, mansıp elde etmek için rekabet, medresenin tedris kapasitesi ve sunduğu imkânlar gibi konulara Tâziyye Medresesi özelinde yer verilmiştir. Beşinci başlıkta ise medresedeki diğer dini hizmetler incelenmiştir. Vakfiyesi bugüne ulaşmayan medresenin vakıf şartlarının detaylarına ve tarih boyunca değişime uğrayıp uğramadığı bilgisine ulaşmak henüz mümkün olmadığı gibi mevcut malumat tedrisin mahiyetine ve okutulan eserlerin hangileri olduğuna dair de detaylı bilgi elde etme imkânı sunmamaktadır. Kudüs ile alakalı medreseler ve daha büyük çerçevede ilmi hayat ile alakalı çalışmaların sayısı arttıkça literatürde bulunan bu boşlukların da doldurulması mümkün olacaktır.Article ABDÜLAZİZ DEBBAĞ VE EL-İBRİZ ADLI ESERİNDE HADİS ÖRNEKLERİ(Turkish Studies (Elektronik), 2018) KARAKAŞ, ALİİslâm dini, Kur’ân’ın Hz. Muhammed’e nazil olmaya başlaması ile önce Arap Yarımadasında ve ardından da dünyanın başka ülkelerinde hızla yayılmaya başladı. Bu süreç zarfında Müslümanlık, Kuzey Afrika ve İspanyada da yayıldı. Bu yörelerde, İslâm dininin çeşitli ilmi alanlarında çok sayıda âlim yetişti ve bu âlimler pek çok kitap yazdılar. Tarih kaynaklarını incelediğimiz zaman, o dönemlerde oralarda birçok tarih, tefsir, hadis, fıkıh, tasavvuf ve benzeri eserlerin yazılmış olduğunu okumaktayız. On yedinci yüzyılın sonu ve on sekizinci yüzyılın başlarında Kuzey Afrika’da yaşamış olan Abdülaziz b. Mes’ûd b. Ahmed ed-Debbâğ el-Hasenî el-Bekrî (ö. 1132/1720) ve onun el-İbrîz adlı eserinin bu alanda büyük bir önem ve değeri vardır. O, İspanya’nın karşı yakasında, Fas’ta doğup yaşamış büyük bir bilim ve tasavvuf âlimidir. soyu Hz. Hasan ve dolayısı ile Hz. Fatıma kanalı ile Hz. Muhammed’e (s.a.v.) dayanmaktadır. İlmi kaynaklarda, Debbâğ’ın hayatı hakkında fazla bilgi bulunmamaktadır. Müridi ve talebesi olan Ahmed b. Mübârek (ö. 1156/1743), onun görüşlerini el-İbrîz adlı kitapta derlemiştir. “İbrîz” kelimesi, katıksız som altın anlamındadır. Ahmed b. Mübârek, bu ince ve hassas anlamı düşünerek bu kitaba “el-İbrîz” adını vermiştir. Bu kitabı Türkçeye tercüme eden Celal Yıldırım, “el-ibrîz” kelimesi hakkında geniş açıklamalarda bulunmuştur. Debbâğ, “Hızıriyye” tarikatının kurucusu olarak bilinmektedir. Bununla beraber, Debbâğ’ın el-İbrîz adlı eserinin içeriğinden anlaşıldığına göre, onun hadis, tefsir, fıkıh ve kelam ilimlerini çok iyi bildiği, mükemmel bir tasavvuf kültürüne sahip bulunduğu anlaşılmaktadır. Çünkü onun bu kitabı, bir manevi ilimler ansiklopedisi durumundadır. Bu eserde, tasavvuf ağırlıklı olmak üzere hadis, tefsir, fıkıh ve kelam bilgileri yer almaktadır. Debbâğ, el-İbrîz’de, sırası gelince Hz. Muhammed’in hadislerinden örnekler vererek konuları açıklamıştır. Biz, hadis ağırlıklı çalıştığımız için, bu eserde yer alan hadislerden birkaç örneği ele alarak eseri değerlendirmeye çalışacağıArticle Abdullah Bosnevî’nin Kitâbu diyâi’l-lem‘ ve’l-bark min hadrati’l-cem‘ ve’r-ratk Adlı Risalesi(İslami Araştırmalar, 2020) Bozkurt, BirgülBu çalışmada 17. yüzyıl Osmanlı düşünürlerinden ve Fusûsu’l-Hikem şârihlerinden Abdullah Bosnevî’nin Kitâbu diyâi’l-lem‘ ve’l-bark min hadrati’l-cem‘ ve’r-ratk adlı risalesini inceledik. İki varak ya da dört sayfadan oluşan ve Arapça olan bu risale Bosnevî’nin tefsirle ilgili risalelerinden biridir ve tasavvufî bir içeriğe sahiptir. Bosnevî bu risalede Enfal Sûresi’nin 24. ayetinin yorumu-nu yapmış ve genel olarak Muhyiddin İbn Arabî’nin varlık ve bilgi konusundaki görüşlerinin et-kisinde kalmıştır. Biz çalışmamızda öncelikle Bosnevî’nin bu risalesini şekil, içerik ve kaynakları açısından değerlendirdik. Daha sonra Bosnevî’nin ayette geçen konulara dair yaptığı açıklamaları İbn Arabî’nin görüşlerinden, Bosnevî’nin diğer bazı eserlerinden ve bu konularla ilgili yapılmış diğer çalışmalardan da yararlanarak açıklamaya çalıştık.Article Abdullah Bosnevî'nin Vahdet-i Vücûda Dair Bir Risalesi ya da Kitâbü Tehakkuk(2016) Bozkurt, BirgülBu çalışmada, 17. yüzyılın Osmanlı dönemi mutasavvıflarından Abdullah Bosnevî'nin Kitâbü tehakkuki'l-cüz' bi sureti'l-küll ve zuhûri'l-fer' alâ sureti'l-asl adlı risalesini inceledik. Üç varak ya da altı sayfa olan bu risalesinde Bosnevî, Muhyiddin İbn Arabî'nin Fütûhât-ı Mekkiyye adlı eserinde yer alan bir şiirinden yola çıkarak İbn Arabî'nin vahdet-i vücûd düşüncesini kısa ve öz bir biçimde ortaya koymaya çalışmıştır. Biz çalışmamızda, Bosnevî'nin bu risalesini öncelikle şekil, içerik ve kaynakları açısından değerlendirdik. Sonrasında Bosnevî'nin İbn Arabî'nin bu şiirine dair yaptığı açıklamaları, Bosnevî'nin diğer bazı risalelerinden, İbn Arabî'nin görüşlerinden ve bu konularla ilgili diğer araştırmalardan yararlanarak izah etmeye ve yorumlamaya çalıştık.Article Abu Ubayd’s Understanding Of Naskh;(Hitit University, 2022) Yaşar, M.A.; Nas, T.In the period when Islamic sciences were formed, a large number of scholars with absolute ijtihad capacity were trained. One of the scholars mentioned is Abu ‘Ubayd al-Qāsim ibn Sallām al-Khurāsānī al-Harawī who was educated by many famous scholars of the period, had a great influence on both the scientific and political circles. For this reason, he could not be shared by different sect biographers. As a matter of fact, some Shafi’i tabaqat writers counted Ebû Ubeyd as a follower of Imam Shafii. On the other hand, some Hanbali scholars have mentioned Ebû Ubeyd among the class of Hanbali scholars. However, it was concluded that it would be more correct to see Ebû Ubeyd as an independent mujtahid rather than a follower of any madhhab. For, in his own works, the fact that he refers more to Imam Malik rather than Imam Shafii and Ahmad ibn Hanbal and sometimes refers to the views of Abu Hanifa and Imamey indicates this. Ebû Ubeyd, who came to the forefront with his faqih and muhaddis aspects, had a deep knowledge of the subject of naskh, which has a close relationship with these two sciences, and in this regard, he wrote a rare work called en-Nâsiḫ ve’l-mensûḫ fi’l-Ḳurʾâni’lʿazîz ve mâ fîhi mine’l-ferâʾiż ve’s-sünen. While revealing Ebû Ubeyd’s understanding of naskh, his work en-Nâsiḫ ve’l-mensûḫ was used as the main source. In addition to this, his other works related to the subject, especially his work called Kitâbu’l-emvâl, were among the first hand sources that were consulted. It has been tried to determine his approach to naskh based on the statements he made on the subject and the examples he gave in this regard. In this context, Ebû Ubeyd’s approach to the nature and framework of naskh and his views on the evidences that can abrogate each other are examined in this study. Ebû Ubeyd discussed the abrogation in a broader sense as “the modification of a shar’i ruling by a later evidence”, not the established meaning in the methodology as “removal of a shar’i ruling with a later shar’i proof”. In this context, naskh is also used for the allocation of public, the denial of the absolute, the statement of conciseness, the correction of a wrong understanding and the exception made from a general rule. This is known as the understanding of naskh among the companions, tābi‘īn and early convert scholars. However, although Ebû Ubeyd is at the same age as Imam Shafii and has copied and benefited from his works, it is noteworthy that he preferred the predecessor’s approach to the subject rather than the naskh understanding he adopted. It is important to investigate this. He adopted the approach of the public regarding the Shari’a evidences of Ebû Ubeyd that could naskh each other. According to him, the verses of the Qur’an can naskh each other. He gave many examples of this. Another point that draws attention here is to ascribe the concept of naskh used for the verse of the Qur’an by Ebû Ubeyd, from the Lawh-i Mahfuz, in the form of a verse whose recitation is lasting and its meaning is naskhed, and a verse that is removed from people’s hearts by canceling both its recitation and used in different meanings. Ebû Ubeyd stated that sunnah can be naskhed with sunnah, without making any distinction between ahad and mutawatir about sunnah and its naskh. However, despite giving many examples of the naskh of the âhâd sunnah with its own like, no example has been encountered of the naskh of the âhâd sunnah with its own like or with âhâd and the âhâd sunnah with the mutawatir sunnah. As it can be understood from my statements on the subject, Ebû Ubeyd saw that it is permissible to naskh both mutawatir and ahad sunnah with the Qur’an. However, while there is an example for the naskh of the ahad sunnah with the Qur’an in his related works, there is no example for the other. Although there is no clear statement on the issue that the Qur’an can be naskhed with the sunnah, it is understood from some examples that he gives permission for this. © Published by Hitit Ü niversitesi İlahiyat Fakültesi – Hitit University Divinity Faculty, Çorum, Turkey. All rights reserved.Article AHMED B. MÜBAREK’İN EL-İBRÎZ ADLI ESERİNDE ABDÜLAZÎZ EDDEBBÂĞ’IN TEFSİR ANLAYIŞININ YANSIMALARI(Diyanet İlmi Dergi, 2022) Kaplan, Abdurrahim; Kaplan, Abdurrahimİlk Abdülazîz ed-Debbâğ (ö. 1132/1720), Kur’ân âyetlerine işârî manalar yükleyen bir müfessirdir. Hayatta iken herhangi bir eser telif etmeyen ed-Debbağ’ın görüşlerine müridi ve öğrencisi olan Ahmed b. Mübârek (ö. 1156/1743) el-İbrîz adlı eserinde detaylı olarak yer vermiştir. Müellif, şeyhinin okuma yazma bilmediğini (ümmî) vurgulamakta ve kendisinde sadır olan bütün ilimlerin keşf ve ilham yoluyla oluştuğunu iddia etmektedir. Şeyhi onun nezdinde her yönüyle keramet sahibi olup bu yönüyle diğer tasavvuf erbabından farklılık göstermektedir. Çalışmamızda el-İbriz adlı eser çerçevesinde ed-Debbağ’ın tefsir anlayışı ve yorum yöntemi ele alınacaktır. Onun Kur’ân-ı Kerîm’e tamamen bâtınî bir bakış açısı ile yaklaştığı, bu doğrultuda aşırı bir yorum anlayışını benimseyerek, işari tefsirde bulunan pek çok tasavvuf ekolünden farklılaştığı bazı ayet ve konulardaki görüşleri üzerinden ortaya konulmaya çalışılmıştır. Abdülazîz ed-Debbâğ’ın ve Ahmed b. Mübarek’in Kur’ân tefsir metodu tamamen bâtınî anlayışa dayandığından sorunlu bir durum olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu sebeple çalışma doğal olarak Debbâğ’ın kerametlerinden çok Ahmed b. Mübarek vasıtasıyla onun âyetlere yüklediği mana ve yorumlama biçimine dair tahliller ve değerlendirmelerle sınırlıdır.Article AHMED YESEVİ BİBLİYOGRAFYASI: TÜRKİYE’DE YESEVİ İLE İLGİLİ ÇALIŞMALARA DAİR DEĞERLENDİRMELER(2016) Bozkurt, Birgül"Hazret-i Türkistan" ya da "Pir-i Türkistan" namıyla meşhur olan büyük Türk mutasavvıfı Ahmed Yesevî , Divân-ı Hikmet adlı eseri ve yetiştirmiş olduğu öğrencileriyle Orta Asya'dan Balkanlar'a kadar büyük bir alanı etkilemiştir. Yesevî'nin Anadolu'nun Türkleşmesi ve İslamlaşmasında da etkileri büyüktür. Onun Anadolu'daki takipçileri arasında Şeyh Edebâli, Hacı Bektâş Velî, Sarı Saltuk, Ahi Evran gibi önemli mutasavvıflar yer almaktadır. Yesevî müridleri Anadolu'da aynı zamanda savaşçı dervişler olmaları, ticaret ahlakına ve kadınların eğitimine verdikleri önemle de tanınmaktadırlar. Bu özellikleri nedeniyle Ahmed Yesevî ve Yesevîlik hakkında Anadolu'da erken dönemlerden itibaren eserler kaleme alınmıştır. Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerinde de Divân-ı Hikmet ve Yesevîlik üzerine çeşitli çalışmalar yapılmıştır. Yesevî hakkında Türkiye'de çok sayıda makale, bildiri ve kitap çalışmasının yapıldığı bilinmektedir. Biz bu makalemizde Ahmed Yesevî hakkında Türkiye'de yapılmış olan bu çalışmalara dair bazı değerlendirmelerde bulunduk. Ayrıca Yesevî üzerine yapılmış araştırmaları içeren kapsamlı bir bibliyografyayı da takdim ettik. Batı dünyasında, Çin, Kazakistan, Özbekistan (Taşkent) gibi ülkelerde Yesevi'ye değerlendirmeleri konu edinen makale ve bildiriler söz konusudur. Fakat Ahmed Yesevi'ye dair Türkiye'de bu tarzda benzer çalışmaların henüz yapılmamış olması önemli bir eksikliktir. Bizim bu çalışmayı yapmaktaki temel amacımız da bu eksikliği gidermek ve Yesevi'ye dair çalışmaların düzeyine dair bir tablo ortaya koymaktırBook Part Antropolojik Bir Bulguyla Akıl Yetisini Sosyolojik Olarak Yorumlama İmkânı: Aklın Somut Bir Göstergesi Olarak “Akûle” ve Aklın Rolü(Mardin Artuklu Üniversitesi Yayınları, 2020) YEŞİLMEN, HALİTÇalışmanın konusu olan akıl, bilimsel temel kavramlardan biri olduğu gibi, insanın düşünce yetisi ile birlikte ontolojik bir farkla anılmasına da sebep olmaktadır. Bu çalışmadaki amacımız, aklın sosyal alanda yorumlanmasıyla ilgili olarak somut bir veriden hareketle temel bir başlangıç noktası önermektir. Bu öneri, aklın sosyal yaşamdaki karşılığını/görünürlüğünü ortaya koymak ya da aklın sosyal inşasına yönelik yapılacak olan sorgulamalar açısından da önem arz etmektedir. Ayrıca önerilen yaklaşım, “ağ toplumu” olarak tanımlanan günümüz toplumsal yapının değerlendirilmesinde de önemli görülmektedir. Bu öneri, semantik ve somut değeri ile gündelik yaşamdaki kullanımı birbirine uyan bir araçtan (eşya/alet) hareketle yapılmaktadır. Bu araç, akıl kelimesi ile aynı köke, hatta farksız denilebilecek bir isme sahiptir: Akûle. Rolü itibariyle “akûle”nin, akıl kelimesinin temel anlamı olan “bağlamak” ve “tutmak” mânâlarını doğrudan karşılayan somut bir kullanım biçimi söz konusudur. Akûle; at, katır gibi hayvanlarla taşınan yükün, onları kavrayan halat vasıtasıyla bağlanmalarına aracılık eden bir araçtır. Ham maddesi meşe ağacıdır, yani odundur. Şekli ise “V ile “U” harflerinin şekilleri arasında değişkenlik gösterebilen iki dişli bir çatal görünümündedir. “Akûle”, anlam değerini, rolü itibariyle almaktadır. Onun temel rolü, kavrayan halat yoluyla yükü bağlamak ve tutmaktır. Bu arada kendisi de bağlanmış olur. Çalışmada da “akûle”nin hem “bağlayan” ve “tutan” hem de soyut bir biçimde “bağlantı kuran” özelliklerinden hareket edilmektedir. Hareket noktası, Arapların ve Süryanilerin kullandıkları deyimlerle de desteklenmektedir. Buna göre aklın temel rolü, insanın bağlantı kurma yetisiyle ilişkilendirilmektedir. Akıl, bağlantı kurulan ilişkilerle bütünleşen ayrılmaz bağı üzerinden değerlendirilmektedir. İnsanın kurduğu bağlantı, aynı zamanda sorumluluk yükünü ve kapasitesini de beraberinde getirmektedir ki insan, bu sorumluluğuna ve ilişkilere bağlanarak sosyal alanda var olur. Başka bir ifadeyle, aklın sosyal yeri ya da sosyal akıl, sosyal ilişkilere göre belirlilik kazanmaktadır. Dolayısıyla her sosyal ilişkinin içerisinde saklı olan, yani doğrudan fark edilmeyen bir akıl/akûle alanının ya da aklın olduğunu söylemek mümkündür. Bu akıl, ilişki ağının varlığını da belirlemektedir.Article Arap Dili Terminolojisinde ‘İvaḍ(2019) Akçay, HalilArap dili kaynaklarında ‘ivaḍ, çoğu zaman terim anlamı dikkate alınmadan sadece sözlük anlamında kullanılmıştır. ‘İvaḍ başlığını açan bazı eserler ise konuyu, ya sadece sarf ya da sadece nahiv yönüyle ele almışlardır. Bu nedenle literatürdeki bilgiler ışığında ta‘vîḍ (‘ivaḍ getirme) olgusunun kavramsal çerçevesinin çizilmesi önem arz etmektedir. Çalışmada sözü kısaltma (îcâz) ve basitleştirmenin (taḫfifin) bir parçası olan ‘ivaḍ hususu ele alınmıştır. ‘İvaḍ kelimesinin iştikakı incelendikten sonra sözlük ve terim anlamları verilmiş ta‘vîḍin amacı ve önemi belirtilmiştir. Daha sonra ‘ivaḍın türleri ve Arap gramerinde kullanıldığı yerler örnekleriyle beraber ortaya konmuştur.Article ARAP DİLİNDE DÜZENSİZ ÇOĞULLAR VE BUNLARIN KUR'ÂN'DAKİ KULLANIMLARI(Turkish Studies (Elektronik), 2018) Tekin, AhmetBu çalışmada Arap dilinin önemli konularından biri olan düzensiz çoğullar ve bu çoğulların Kur'ân'daki kullanımları ele alınmıştır. Konuya geçmeden önce çalışmanın giriş kısmında Arap gramerine dair kuralları ilk vazeden kişi hakkında bilgi verilmiştir. Ayrıca Arap gramerine gereksinim görülmesinin arka planında yatan nedenler irdelenmiştir. Buna ilaveten Arap gramerinin ilk numunelerini ortaya çıkaran dilciler özetle zikredilmiş ve bu ilmin tarihi serüvenine kısaca değinilmiştir. Bunun akabinde çoğulların diğer kısmı olan düzenli eril ve düzenli dişil çoğullara da kısaca temas edilmiş ve düzenli eril çoğullara benzediği için onlara eklenen ve onların i‘râbını alan sözcükler hakkında da bilgi verilmiştir. Daha sonra çalışmamızın asıl konusunu oluşturan düzensiz çoğulların kısımlarına yer verilmiştir. Düzensiz azlık çoğulu ve düzensiz çokluk çoğulu ayrı başlıklar altında dilcilerin görüşleri muvacehesinde incelenmiştir. Söz konusu inceleme neticesinde düzensiz çoğulların bu iki kısmı detaylandırılmış ve istatistiki verileri ortaya çıkarılmıştır. Bu veriler ışığında düzensiz azlık ve çokluk çoğullarının yaygın kullanımları dikkate alınarak bunların kısımları ortaya konulmuş ve bu çoğulların i‘râbı hakkında bilgi verilmiştir. Bundan sonra düzensiz çoğulların hangi kalıplarının Kur’ân’da yer aldığı tespit edilmeye çalışılmış ve Kur’ân’da yer almış çoğul kalıplarının her biri için ayetlerden örnekler getirilmiştir. Düzensiz çoğullar ve bu çoğulların Kur'ân'daki kullanımlarıyla ilgili varılan sonuçlara çalışmamızın sonuç kısmında yer verilerek çalışma son bulmuştur.Article ARAP EDEBİYATI VE BELAGATI ÂLİMLERİNDEN İBNEBİ’L-İSBA‘ EL-MISRÎ(Bingöl Üniversitesi İlahiyat FakültesiDergisi, 2020) Salihoğlu, HamitMısır’ın en meşhur edip, beliğ ve şairlerinden olan İbnEbi’l-İsba‘, Eyyûbîlerin son dönemi ile Memlukların ilk döneminde Mısır’da yaşamıştır. Bu çalışmada hayatı, ilmi kişiliği ve yaşadığı ortamla ilgili kısa bir bilgi verildikten sonra özellikle onun Arap edebiyatı ve belagatı alanında öne çıkan yönleri ele alınıp incelenmiştir. Dil, edebiyat, şiir, belagat ve Kur’ân ilimlerinde uzman olan İbnEbi’l-İsba‘, çok değerli eserler ortaya koymuş ve bu eserlerinde birçok âlim, beliğ, edip ve şairi tenkit etmiştir. Yaşadığı dönemin meşhur şairi olarak bilinen bu edip, övgü, hiciv, aşk ve züht başta olmak üzere şiirin bütün dallarındaşiir söylemiş ve şiirlerini bedî‘ ilminin edebi sanatlarıyla donatmıştır. Onun nazmetmiş olduğu şiirlerinden sadece bir kısmı gönümüze ulaşmıştır. Gönümüze ulaşan bu şiirlerinden bir bölümü eserlerinde, bir bölümü de edebiyat ve tabakat kitaplarında parçalar halinde dağınık bir şekilde yer almıştır. Bedî‘ ilminde de önemli bir yer ve kudrete sahip olan bu âlim, kendisinden önce geçen âlimler tarafından keşfedilen bedî‘ ilminin edebi sanat türlerini, usûl ile furû‘ olarak nitelendirmiştir. Önceki âlimlerin yöntemlerine göre kendisinin de otuz bedî‘ sanat türünü keşfettiğini ifade etmiş ve i‘câzu’l-Kur’ân’a dair büyük katkıları olmuştur.Article Arap Şiirinde Mardin’e Dair Bazı Yansımalar(2019) Akçay, HalilBu çalışmamızda, ulaşılabilen kaynaklardan tespit edilebildiği kadarıyla Mardin’le ilgili yazılan şiirler ele alınmıştır. Mardin, gerek İslam fethinden önce gerek fetihten sonra Arapların yoğun göçü sonrasında Araplar için önemli bir kent haline gelmiştir. Bu husus, Mardin’in Araplarla olan coğrafi ve ticari bağlantısını güçlendirdiği gibi kültürel anlamda da aralarında bir yakınlık oluşturmuştur. Bu ve başka yönleri itibariyle Mardin, Arap şairlerinin dikkatlerini celbetmiştir. Çalışmamızda tarihi, kültürel ve sosyal yönleriyle Mardin hakkında kısaca bilgi verildikten sonra ortaya konan şiirler, Mardin’in tarihî, ilmî, sosyal ve kültürel durumuna ışık tutan hususlar açısından incelenmiş, anlam ve ön plana çıkan edebî sanatlar yönünden değerlendirilmiştir.Article Arap Şiirinde Ölüme Karşı Savunma -Kabirlere Yağmur Duası Ritüeli Örneğinde(2019) Abdullah, AbdulhalimÖlüm, insanoğlunu kadim asırlardan beri meşgul eden bir konu olup insan aklı reddetmeye çare bulamadığı bu olgu için açıklamalar araya durmuştur. insan için ondan daha tehlikeli bir şey yoktur. İnsan, mücadele edemediği bu olay karşısında güç yetirebildiği kadar hayata sarılır. Ölümü hatırlatan her şeyden ise uzaklaşmaya çalışır ve hayata tutunmak için her yolu dener. Bu çalışmada, her iki tarafı da ölüm ve hayata işaret eden düalizmi ele aldık. Bu düalizmin bir taraftı eski kalıntılarda (atlâl) ve kabirde kendini gösterirken bir taraftan buralar için yapılan yağmur duası ritüelinde canlılık, gelişme, iyilik ve ihsan gibi özelliklerde kendini göstermektedir. Şairlerin duası, sevdiklerinin kabrine yağmur yağmasını istemekle kalmamış bilakis kabirlere ve içinde yatanlara, yaşayanlara ve şehir halkına dua etmeye kadar gitmişlerdir. Tersi durumlarda yani öfke halinde ise tüm bu varlıklara yağmurun kesilmesi için beddua etmişlerdir. Bu çalışma, edebiyat kitaplarının ve şiir mecmualarınınkaydettiği şiirlerde kabirlere yapılan yağmur duası (istikyâ) ile ölüm olgusunu bilinçsizce reddetme hususu arasında irtibat kurmuştur.Article ‘AVÂMİL-İ BİRGİVÎ İLE ‘AVÂMİL-İ HİLMİYYE’NİN MUKAYESESİ(2019) Tekin, AhmetFetihlerle birlikte İslam coğrafyası genişlemiş tebliğ, irşat ve yöneticilik gibi çeşitli vesilelerle Müslüman Arapların bir kısmı fethedilen bölgelerde ikamet etmişlerdir. Farklı etnik gruplardan meydana gelen yeni İslam toplumunun ortak dili Arapça idi. Kahir ekseriyeti daha önce Arapça bilmeyen bu yeni toplumun Arapça konuşmaya gayret etmeleri, kelimelerin yanlış telaffuz edilmesine neden olmuş ve Arapçaya lahn/hatalı telaffuz girmiştir. Bu olgunun ilk belirtilerinin Hz. Peygamber döneminde görüldüğü söylenmektedir. Arapçada hızla yayılan bu olgunun zamanla Arapların konuşmalarına da yansıması ile dönemin filolog ve yöneticilerini bu konuda önlem almaya sevk etmiştir. Bu sebeple Arap dili ve grameri alanında ciddi faaliyetler sergilenmiştir. Söz konusu faaliyetlerin neticesi olarak Halil b. Ahmed’in (ö. 175/791) el-Cumel fi’n-Nahv’i ve Sîbeveyh’in (ö. 180/796) el-Kitâb’ı gibi şaheserler ortaya çıkmıştır. Daha sonra Arapça öğrenimini kolaylaştırmak için bir kısmı ‘avâmil ismini almış muhtasar eserler meydana getirilmiştir. ‘Avâmil adlı risalelerin ilki Halil b. Ahmed’e nisbet edilmektedir. Onun döneminden günümüze kadar bu üslupla onlarca risale kaleme alınmıştır. Birgivî Mehmed Efendi’nin (ö. 981/1573) ‘Avâmil-i Birgivî ve Ahmet Hilmi Koğî’nin (ö. 1996) ‘Avâmil-i Hilmiyye’si de söz konusu eserlerdendir. Bu çalışmada, bahsi geçen iki risalenin mukayesesi yapılmıştır. Bu iki risalenin farklı açılardan karşılaştırılması neticesinde söz konusu eserlerin ortak ve farklı yönleri ortaya konulmaya çalışılmıştır. Bunun dışında bu iki risalenin yazarları hakkında özet bilgi verilmiştirPresentation Baki Adam, Yahudilik ve Hristiyanlık Açısından Kur'an'ın Tartışmalı Konuları, İstanbul: Pınar Yayınları, 2016.(2017) Bakışgan, Muhammed HanifiKur’an‐ı Kerim İslam dininin kutsal kitabı olduğu gibi aynı zamanda Dinler Tarihi için de oldukça zengin bir kaynaktır. Bu bakımdan Kur’an‐ı Kerim gerek Yahudilik ve Hristiyanlık gerekse diğer dinler hakkında kayda değer bilgiler içermektedir. Kur’an’ın barındırdığı bu bilgiler diğer dinlerin kaynakları ile büyük oranda uyuşsa da birçok hususta farklı anlatılarla karşılaşmak mümkündür. Kur’an‐ı Kerim ile diğer dinlerin anlatıları arasındaki bu farkları, oryantalist ilim adamları kendi kaynakları bağlamında Kur’an’ın hatası olarak kabul etmektedirler. Dolayısıyla bu açıdan Kur’an’a ciddi eleştiriler yöneltmektedirler. Halbuki Kur’an kendi anlatısında doğrudan ya da dolaylı olarak bu dinî kaynakları esas almamaktadır. Bu noktada Baki Adam, Yahudi‐Hristiyan geleneğinin Kur’an’a yönelttiği eleştirileri ele alarak konuyu detaylı bir şekilde irdelemektedirArticle BATI ANSİKLOPEDİLERİNDE HZ. MUHAMMED’E BAKIŞ (RİSÂLETİN MEDİNE DÖNEMİ)(EKEV AKADEMİ DERGİSİ, 2018) Demirci, AbdurrahmanBatı’da yayımlanan ansiklopedilerin Hz. Muhammed’in risâletine bakışında indirgemeci bir yaklaşım egemendir. Buna karşın, onun siyasî ve politik yönü sürekli öne çıkartılır. Hatta bu alanda Hz. Muhammed bir dahi olarak gösterilir. Bunun nedeni, risâletin Medine dönemidir ve burada dinin tebliğiyle birlikte teşekkül eden kurumsallaşmadır. Hz. Muhammed’in davet süreci, sürekli harici odak noktalarından hareketle değerlendirilir. Buna göre politik bir proje ile yola çıkan Hz. Muhammed, hedefinde bir sapma yaşamamış ancak süreçte birçok revizyona gitmiştir. Bunda özellikle Yahudilik ve Hıristiyanlığa yönelik yaklaşım ve uygulamaları temel neden olarak gösterilir. Dinî ve kültürel aidiyetlerle yapılan bu yorumlar İslam’ı bir proje, Hz. Muhammed’i de bu uğurda çaba sarf eden bir fırsatçı olarak niteler. Bu çalışma, Batı’da yayımlanan ansiklopedilerin, Hz. Muhammed’in Medine dönemine bakışı ile sınırlı tutulmuştur. Ansiklopedilerin, Hz. Muhammed’in politik yönünü ve liderliğini öne çıkardığı ve bu uğurda onun, başta din olmak üzere her unsuru kullandığı kanaatinde olduğu görülmüştür.Article BATIDA YAYIMLANAN ANSİKLOPEDİLERDE HZ. MUHAMMED İMAJI * (RİSALETİN MEKKE DÖNEMİ)(Turkish Studies (Elektronik), 2018) Demirci, AbdurrahmanBatı dünyasında doğuya yönelik sırf merakla başlayan ilmi faaliyetler, zamanla kurumsallaşmış ve bir ekol halini -doğu bilimi/oryantalizm- almıştır. Özellikle İslâm’a dair yapılan araştırmalar Batı dünyasında bir kamuoyu oluşturmuştur. Bu alanda 20. yy’a kadar yapılan çalışmalar genelde müstakil niteliklidir. Zamanla bilimsel tercih, ticarî beklenti ve hedef kitlenin ihtiyaç ve istekleri doğrultusunda ansiklopedilerin yayımlanması süreci başlamıştır. Genelde oryantalistleri kaynak alan ansiklopediler, Batı’da İslâm kültür ve medeniyetine dair birer başucu kaynağıdır. Ansiklopediler, Batı kamuoyunun İslâm’ı ve özellikle Hz. Muhammed’i tanımasında önemli rol oynamıştır. Bu çalışmada Batı’da 20. yy. başlangıcından günümüze kadar İngilizce olarak yayımlanan ansiklopedilerin ‘Hz. Muhammed’, ‘Hz. Muhammed ve İslâm’ maddelerini inceledik. Söz konusu ansiklopedilerde risâletin Mekke dönemine dair oluşturulan Hz. Muhammed imajını tespit ettik. Ansiklopedilerde Hz. Muhammed’e çizilen pragmatist rolün mahiyetini inceledik. Risâletin Mekke dönemine yönelik Muhammedanizm değerlendirmesini ve siyerin sonradan oluşturulduğu yönündeki iddiayı etraflıca ele aldık. Ansiklopedilerde mevcut olan bakış açısının oryantalizmle oluşturulan imajın tekrarı olduğunu söylemek mümkündür. Genel kabul, İslam’a monoteist kaynaklardan referans aramak şeklindedir. Bu yönüyle Hz. Muhammed’e yönelik saldırgan tavır, adeta geleneksel niteliktedir. Çünkü o, kaynağından almaya çalıştığı bilgilere de sadık kalmamakla suçlanır. Hz. Muhammed’in oluşturduğu din anlayışının etkileri ise kısmen reformla izah edilir. Bunun sebebi ise onun yerel Arap kültüründe başardığı kısmi dönüşümdür. Dolayısıyla ansiklopedilere göre Hz. Muhammed’in şahsında eleştirinin hedefi haline getirilen İslam, sosyal ve ahlaki bir reform çabasından başka bir şey değildir.Article BAZI ŞİÎ TEFSİRLERİNDE BAKARA 196. AYETİN YORUMU BAĞLAMINDA KİMİ SAHABÎLERİN TEMETTUʿ HACCINI YASAKLADIĞI İDDİASININ KRİTİĞİ(e-Şarkıyat İlmi Araştırmalar Dergisi, 2018) ENSARİ, AbdurrahmanBakara suresi 196. ayetin yorumu bağlamında Şiî müfessirlerden Tûsî, Tabâtabâî ve Mekârim Şîrâzî’in kendi tefsirlerinde, başta Hz. Ömer olmak üzere bazı sahabîlerin Kur’an ile sabit olan temettuʿ haccını yasakladıklarını ifade etmişlerdir. Bu müfessirler kimi sahabîlerin, ilgili ayetin hükmünü ortadan kaldırdıklarına veya onu neshettiklerine delalet eden birçok rivayet zikretmişlerdir. Onlar bu rivayetlere dayanarak söz konusu sahabîlerin gerçekten temettuʿ haccını yasakladıkları veya neshettikleri sonucunu çıkarmışlardır. Daha sonra bu sahabîlerin yaptıklarının yanlış olduğunu, böyle bir neshin mümkün olmadığını ispatlama çabasına girmişlerdir. Çalışmada önce bu müfessirlerin iddialarını dayandırdıkları rivayetler incelenerek sahih olup olmadıkları tespit edilmeye çalışılmıştır. Sonra da bu rivayetlerin, söz konusu ayetin hükmünün ortadan kaldırıldığına veya neshedildiğine delalet edip etmediği incelenmiştir. Yapılan araştırma neticesinde bu rivayetlerden bir kısmının zayıf, bir kısmının da yanlış anlaşıldığı sonucuna varılmıştır. Nesih kriterleri açısından bu rivayetlerin hiçbir şekilde neshe delalet etmedikleri, sadece maslahata mebni olan bir hükmü ifade ettikleri ve bunun da Kur’an nassına muhalif olmadığı anlaşılmıştır.Article “BEYÂNU ESRÂRİ'L-HİLÂFETİ'L-İNSÂNİYYE VE'SSALTANATİ'L-MA‘NEVİYYE” İSİMLİ RİSALESİ BAĞLAMINDA TAŞKÖPRÎZÂDE’DE İNSAN ALGISI(2017) Şahinalp, HacerBu makalede, Osmanlı’nın zirve dönemi âlimlerinden olan Taşköprîzâde’nin, insanı ahlâkî yönüyle merkeze alan bir risalesini analiz ve sentez yöntemiyle incelemeye çalıştık. Risale, insanın iradî eylemlerinin toplamından oluşan, ahlâk, ev idaresi ve siyaset şeklinde üç temel ayağı bulunan amelî hikmeti, İslam kanunu üzere incelemektedir. İnsanın özgür olmakla beraber sorumlu olan yönetici kimliğinin ön plana çıktığı risalede bazı konularda sorgulayıcı, bazı konularda da aşırı kaderci tutumun izleri rahatlıkla görülebilir. Kişinin hem iç dünyasında hem de çevresinde denge ve düzeni sağlayabilmesi kuvvetli bir sorumluluk bilincine bağlanmıştır. Müellifin devraldığı bilgi birikimini harmanlayarak aktarmadaki başarısı ve eklektik kişiliği bizlere, döneminin insan algısı hakkında derli toplu bilgiler sunmuştur.