Felsefe Bölümü
Permanent URI for this communityhttps://hdl.handle.net/20.500.12514/39
Browse
Browsing Felsefe Bölümü by Access Right "info:eu-repo/semantics/openAccess"
Now showing 1 - 20 of 76
- Results Per Page
- Sort Options
Book Part 1. Cengiz, Yunus, “Manâ Teorisi”, İslam Düşüncesinde Teoriler I Meta-Fizik 2.(2021) Cengiz, Yunus; Cengiz, YunusCengiz, Yunus, “Manâ Teorisi”, İslam Düşüncesinde Teoriler I Meta-Fizik 2.Book Part 2. Cengiz, Yunus, “Ahval Teorisi”, İslam Düşüncesinde Teoriler I Meta-Fizik 2. Cilt, Ketebe Yayınları, İstanbul, 2021, s. 980-994.(2021) Cengiz, Yunus; Cengiz, Yunus2. Cengiz, Yunus, “Ahval Teorisi”, İslam Düşüncesinde Teoriler I Meta-Fizik 2. Cilt, Ketebe Yayınları, İstanbul, 2021, s. 980-994.Book Part AHMED ARİF’İN ŞİİRLERİNDE VAROLUŞÇU DURUMLAR(2022) UYANIK, NECİPAhmed Arif 20.yüzyılın en etkili şairlerin arasında gösterilmiş olup aynı zamanda Tükiye’deki şairlerden ve belki de dünyadaki diğer şairlerden farklı kılan bir mizaca sahip olduğu kabul edilmiştir. Onun tek şiir kitabıyla bu başarıyı yakalaması dünyada örneğine az rastlanır bir durumdur. Elbette onun başarısı kendisinden ve çevresinden yola çıkarak gerçekçi bir şiir tarzını yakalaması ve şiirin o kadar kolay yazılmadığının farkına varmasından kaynaklanmıştır. Çünkü onun sadece bir şiir için yıllarını verdiği bilinmektedir. Bu konuda söylediği “ben şiirleri çok bekletirim, mesela yirmi yıldır dokunmadığım şiirim var”1 ifadesi buna örnek gösterilebilir. Çünkü şiir yerini bulmalıdır, aslına dönüşü yani ait olduğu dünyanın içine girmeyi başarmalıdır ve bu gerçekleşene kadar bekle(til)melidir. Zira İngiliz şair Percy Bysshe Shelley’nin şiirin dünyanın gizli kalmış güzelliğinin peçesini kaldıran ve bildik nesneleri ayıklayan bir güce sahip olduğunu2 ifade etmesi tam da Ahmed Arif’in şiir anlayışına karşılık gelen bir deyiş olmuştur. İşte bu uzun bekleyiş dünyanın gizemini çözebilmek veya onu kısmın de olsa anlayabilmek içindir. Şüphesiz bu bekleyişin başladığı zaman çocukluk çağıdır.Article An Analysis of the Section on Causality in Khojazada's Tahafut(SCIENTIFIC STUDIES ASSOC-ILMI ETUDLER DERNEGI-ILEM, 2016) Kılıç, Muhammet FatihIn this article, the nineteenth section of Khojazada's (d. 893/1488) Tahafut, which was devoted to the problem of causality in an example of the works under the same title written during the fifteenth century and composed with the patronage of the Ottoman sultan Mehmed II (d. 886/1481), is subjected to a critical analysis. His discussion follows a critical course with respect to al-Ghazali (d. 505/1111) in context. This could be detected most clearly in his vindication of Avicenna (d. 428/1037) against al-Ghazali's accusation of the philosophers' denial of miracles. Moreover, Khojazada's discussion has certain differences with al-Ghazali's at both the conceptual and the argumentative levels. The most striking differences at the argumentative level is Khojazada's grounding of his own conception of revelation and miracles on Avicennia's, rather than al-Ghazali's, theory of prophethood. By the same token, he offered a practical response to the imputation that the Avicennian system leaves no room for the possibility of miracles. At the conceptual level, furthermore, he distinguished between complete and incomplete causes, in contradistinction with al-Ghazali, and thereby opened another ground in order to demonstrate the inability of those natures that he viewed as incomplete causes to produce their own effects. On the other hand, Khojazada concurs with al-Ghazali that causality did not presume an ontological necessity, yet this condition did not incur defects on the certainty of our knowledge.Article The Approach of Kalām to the Physical Universe: Schools and Breaks(Anadolu İlahiyat Akademisi, 2023) Cengiz, Yunus; Cengiz, YunusKelâmcılar, sekizinci yüzyılın sonlarından itibaren fiziksel evrenle daha fazla ilgilenmişler ve daha önce gündemlerinde olmayan cisim, hareket, durağanlık ve değişim gibi konularda teoriler ortaya koymuşlardır. Kelâm ekollerinin fizik yaklaşımları birbirlerinden farklı olduğu gibi farklı dönemlerdeki fizik hakkında düşünme tarzları da farklıdır. Bu çalışmanın amacı kelâmcıların fiziksel evrene yaklaşımlarını tespit etmektir. Bu bağlamda, kelâmcıların beş farklı yaklaşımının olduğu söylenebilir. Bunlardan birincisi araz taraftarlarıdır. Evrenin arazlardan meydana geldiğini savunan bu yaklaşım cisimlerin bütünlüklü yapılar olarak görülmesinin zihnimizin eseri olduğunu savunur. İkincisi tabiatçı kelâmcılardır. Nazzâm, Câhız ve Sümâme bu yaklaşımı savunan kelâmcılardır. Onların ortak özelliği cisimlerin tabiatlarını kabul etmeleridir. Bu yaklaşıma göre cisimler başka bir müdahaleye gerek kalmaksızın tabiatlarına uygun bir şekilde davranmak zorundadır. Nazzâm, bu yaklaşıma uygun bir teori geliştirmiş ve teorisini tecrübelerle desteklemeye çalışmıştır. Atomculuğu reddeden Nazzâm cisimlerin karşıt bileşenlerden oluştuğunu ve onların sürekli hareket halinde olmalarını sağlayan iç dinamizme sahip olduklarını ısrarla söyler. Câhız ise hayvanların doğasını ve hareketlerini öğrenmek için çokça gözlem yapmanın yanı sıra birtakım deneyler yapmıştır. Kelâmın fizikle ilgili üçüncü yaklaşımın sahipleri ise atomcu kelâmcılardır. Atomculuk kelâmda en yaygın fizik yaklaşımıdır. Bu yaklaşıma göre cisimler sonsuza kadar bölünmez. Evren parçalanmayan parçacıklardan oluşur. Bu yaklaşım atomlar arasında boşlukların olduğunu ısrarla savunur. Bu düşüncelerini savunmak için birtakım örnekler veren atomcu kelâmcılar, cisimlerin tabiata sahip olduğunu kabul etmezler. Bunun yerine evreni açıklamak için itme gücü (i‘timâd) teorisini geliştirmişlerdir. Dördüncü yaklaşımın sahipleri ise hem atomcu hem tabiatçı kelâmcılardır. Ebu’l-Kâsım el-Ka‘bî’nin başını çektiği bu yaklaşım, evrenin atomlardan oluştuğunu ve her cismin bir tabiatının olduğunu savunur. Bu yaklaşım evrende boşluğun olmadığını söyler ve bu düşüncesini birçok tikel fenomeni izah ederek ispatlamaya çalışır. Beşinci yaklaşım ise Aristoteles’in dört neden nazariyesiyle fiziksel evreni değerlendiren kelâmcılardır. Gazâlî sonrasında Eş‘arî kelâmcılar, Aristoteles’in fiziğinin temelini teşkil eden dört neden nazariyesini kelâmî tezleriyle uyumlu hale getirmeye çalışmışlardır. Makalede bunu başarmak için ne tür yöntemlerin takip ettiği ele alınmaktadır.Article Arthur Schopenhauer’de Evrim, Etik ve Estetik İlişkisi(FLSF (Felsefe ve Sosyal Bilimler Dergisi), 2020) Bingöl, SedatBu çalışmada istemenin kendisini farklı basamaklar halinde nesneleştirdiği, istemenin nesneleşme basamaklarında bir tür evrimsel süreç olduğu, evrimsel sürecin insanda son bulduğu ve bunun nedeninin ise insanın istemeyi susturma kabiliyeti olduğu gösterilecektir. Bunlara ek olarak estetik açıdan dehaların ve etiğe teslim olmuş bireylerin istemeyi durdurma kabiliyetlerinden dolayı evrimin insanda son bulduğu ortaya konacaktır. Ahlak ve sanat sayesinde istemeye “hayır” demenin, aynı zamanda acı çekmeye de “hayır” demek anlamına geldiği gösterilecektir. Schopenhauer açısından isteme; görünümlerin, fenomenlerin ya da tezahürlerin çeşitliliğini oluşturur. Fenomenler dünyasını mümkün kılan ve hem tekilin hem de tümelin özü olan istemenin yadsınması ya da reddedilmesinin ahlak ve sanat aracılığıyla nasıl mümkün olduğunu göstermek bu çalışmanın temel problemidir.Master Thesis Badiou'nun Bir-Saymaya Dayalı Ontolojisinin Bir-Sayanın Zemini Bakımından Eleştirisi(İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2021) Orhan, GökhanBu tezde çağdaş Fransız filozof Alain Badiou’nun ontolojisinde bir ve çok ilişkisinin eleştirel bir değerlendirmesi yapıldı. Bu kapsamda Badiou ontolojisinin temel kavramı olan bir-olarak-sayma, muayyen bir fail olan bir-sayanın zemininde irdelendi. Bunun için öncelikle Badiou’nun matematik ve özellikle de küme kuramıyla olan irtibat noktaları gösterildi. Daha sonra Badiou’nun tutarsız çokluk kavramı Plotinus ve Kant ile birlikte ele alındı. Burada Plotinus’un düşünülür madde anlayışı ile Kant’ın numen-fenomen ayrımının Badiou’nun tutarsız çoklu kavramı ile örtüşen ve ayrışan yanları aktarıldı ve bu karşılıklı okumanın konunun anlaşılması için önemi belirtildi. Buradan hareketle Badiou’nun bir-saymaya dayalı ontolojisinin bir-sayanın zeminini ele almaması dolayısıyla eksik bir proje olduğu vurgulandı. Bizim açımızdan bir-sayan ancak bir canlı olabilir. Çünkü canlılık, birleştirmenin zemininde yer almaktadır. Ontoloji alanında yaptığımız bu tartışmadan hareketle Badiou’nun tarihsel-toplumsal alana dair görüşlerine değinildi. Bu bağlamda Badiou’nun hakikat teorisinin ana hatları serimlendi. Bu çerçevede Badiou’nun bir-saymaya dayalı ontolojisinden hareketle dini, Aziz Pavlus üzerinden politik bir hakikat taslağı olarak ele aldığı vurgulandı. Bizim bir-sayanın zeminine yönelik olarak yaptığımız incelemenin bir sonucu olarak dinin Badiou’nun ele aldığı tarzda anlaşılmaması gerektiği, bir sayanın zemininde yer alan aşkın birlik dolayısıyla ancak aşkın bir zeminden hareketle idrak edilmesi gerektiği belirtildi.Book Part BARUCH SPİNOZA, GEORG CANTOR, SONSUZLUK VE PANTEİZM(Mantık Derneği Yayınları, 2019) Abat, Engin; Deniz, İbrahimBu metin iki düşünür arasındaki girift bir ilişkiye odaklanmaktadır. Söz konusu düşünürler, sırasıyla, Spinoza ve Cantor’dur. Bu incelemede, Cantor’un her ne kadar belirli kaygılarla uzak durmaya çalışsa da Spinozacı panteizmden büyük ölçüde etkilendiğini savunmaya çalışacağız. Ancak bunu yaparken, temel matematiksel tartışmalara girmekten daha çok görünür olan benzerlikler üzerinden bir betimleme yapmaya gayret edeceğiz. Bu bağlamda, öncelikle, Cantor’un sonsuzluk kavrayışını, en genel hatlarıyla, aktarmaya çalıştıktan sonra, Spinoza’nın sonsuzluk anlayışını özetleyeceğiz. Son olarak, bazı temalardaki yakınlıkları listeleyeceğiz. Bu çalışma, betimsel olması nedeniyle, bizce böylesi önemli bir ilişkinin Türkçe’de değerlendirilmesi adına ancak bir giriş mahiyetinde düşünülmelidir.Conference Object “Bir Olma Pratiği Olarak Dostluk ve Lâ-mahdut Özelliği”(2018) Cengiz, Yunus; Cengiz, YunusCengiz, Yunus, “Bir Olma Pratiği Olarak Dostluk ve Lâ-mahdut Özelliği” Uluslararası Dil, Düşünce ve Din Bilimleri Kongresi (08-10 Kasım 2018).Other Çağdaş Eğitim Sisteminde Sorunlar ve Arayışlar: Nakib el-Attas'ın İslami Üniversite Teklifi(YEKDER Yayınları, 2019) Aslan, Sıracettin; Öz, MuhammedThis paper aims to make a contribution to, the discussions of the educational perspectives of Islamic societies, which have been going on for nearly two centuries, in the context of the applicability of the Islamic University Proposal, which was raised by Naquib al-Attas in the last quarter of the 20th century, and the feasibility of the theoretical draft that contain of that proposal. The first problematic of the draft proposed by al-Attas is about the nature and content of the secular education system and curriculums which are at the forefront of the issues that prompt to seeking of Islamic societies. Within al-Attas’ system of thought, the norms produced within that system and the education concept imposed by the global ecosystem are under the conceptual siege of the contemporary science paradigm, which carries a dualist mind-building action. Individuals exposed to these training processes cannot get rid of being a disabled with a dualist mental state because they get trapped between the teaching (training/ta’lim) processes that receive from official institutions, where promising expertise and diploma, with education (te’dib) that been adab-centric and based on oral tradition(run in the family). Eventually; Scientists, capital owners, political leaders, intellectuals, teachers and the others layers of society that grow up in Islamic societies, on the one hand, live mentally fluctuationswhile on the other hand they constantly reproduce the existing chaos climate with regard to the knowledge and practices that they produce. In the Islamic University Proposal proposed by al-Attas with reference to these problems and so on, is emphasized the harmony of the balance between the material and spiritual dimensions of man. According to him, the individual can not be in conflict with physical laws, on the contrary, should be taken to center the formation of ‘a good person’ that can be the right to live by taking into consideration these laws. Thus, it is aimed to raise good human(insan-i kâmil) who can all together comprehend the existing cosmic justice in the universe with tradition and contemporary science, faith and the rational mind, the ethical values and dicovery force. In this context, the Islamic University Proposal is an institution/model proposal that will operate towards a balanced formation of the personality of the human being by way of educate (ta’dib) of his/her soul, mind, rational self, emotions and senses. He proposes a curriculum in the ways that will contain ‘keşf-î kadîmden vaz-î cedide’ related to the sciences while creating a theoretical context with respect to this, which presented the above-mentioned framework for human imagination. Al-Attas’ proposal, which emphasizes the fact that on the one-way and reductionist human imagination and the contemporary education design, which is on the level of expert training, can be identified and compensated by the Islamicization.Article Câhız’da Duyumsamanın Öznel Karakteri /Subjective Character of Sensation in al-Jahiz(2021) Cengiz, Yunus; Cengiz, Yunus; Cengiz, Yunushttps://www.sabahulkesi.com/2021/01/19/cahizda-duyumsamanin-oeznel-karakteri/Article CÂHIZ: YAŞAMI HAYRETLE KARŞILAMAK / Al-JÂHIZ: WELCOMING LIFE WITH AMAZING(2020) Cengiz, Yunus; Cengiz, Yunushttps://www.sabahulkesi.com/2020/03/03/cahiz-yasami-hayretle-karsilamak/Book Part Deistik Tanrı Tasavvuru ve Hayata Yansımaları(X. Kelâm Anabilim Dalı Koordinasyon Toplantısı ve Tanrı Tasavvurları ve Sosyal Hayata Yansımaları Sempozyumu, 24-25 Eylül 2005, 2005) CEYLAN AhmetTanrı anlamına gelen ve Latince "Deus" kökünden türeyen Deism, akıl ve doğa ışığında temellendirilen evreni yaratan bir Tanrı'ya inanmakla birlikte, vahyi dolayısıyla vahye dayalı dinlerin inanç ve amel prensiplerini ret etmek anlamına gelmektedir.Article Deleuze’ün Anlam Kuramında İfade Oyunu: Tersine Çevirme ve Paradokslar Kurma(Soayoloji Divanı, 2021) Cengiz, Yunus; Cengiz, YunusIn this article, which deals with the contribution of the game in expressing the meaning, the ontological aspect and logical dimension of the meaning are examined in terms of Deleuze’s philosophy. Meaning is not the beings pointed out by proposition and words, nor is the result evidenced by cause and effect relationships. Meaning is far from being the belief expressed by the subject. According to Deleuze, meaning is the expressed event. Events are the degrees of motion emanating from objects. To be event makes it non-existent and away from to be pointed out. Since events are in infinitive form, they are indifferent to modes such as positivity-negativity, universalism-particularity, contingency-necessity, and relations such as cause and effect. Approaching propositions with a game of thought allows meaning to be expressed indifferent to modes and relationships. Inverting and forming paradoxes are among the practices of this game for Deleuze. The simulacres that remain outside of thought in Platonism because they do not take part from the models become the subject of the demand for understanding thanks to inversion game. Paradoxes, on the other hand, cause meaning to appear in propositions in a state of indifference. Key Words: Deleuze, Meaning, Expression Game, Inversion, ParadoxesBook “Dokuzuncu Yüzyıl Müslümanlarında (B)ilim Aşkı ve Zihin felsefesi Açısından Değerlendirilmesi”(2019) Cengiz, Yunus; Cengiz, Yunus“Bilgi sana kendinden bir şey vermez, sen tümüyle kendini ona vermedikçe. Kendini tümüyle ona verdiğinde bile; belki, sana kendinden bir şey verir, emin olmasan da” (Câhız’ın aktarmasıyla Nazzâm) Fuat Sezgin İslam’da Bilim ve Teknik eserinde her zaman olmasa da bazı bölümlerin başına Müslüman bilim adamlarından dikkat çekici ve bilime duyulan aşk ve heyecanın ortak kesenleri olduğu bir söz koymayı tercih eder. Bu bağlamda Astronomi bölümü için İbn Heysem’den (ö. 432/1041), denizcilik bölümü için İbn Mâcid’ten (ö. 9. yy/15. yy) ve tıp bölümü için İbn Rüşd’ten (ö. 595/1298) bir söze yer verir. Aynen bu şekilde, coğrafya bölümü için de Nazzâm’ın yukarıda verilen ve Câhız tarafından aktarılan sözünü motto bir özdeyiş olarak bölümün girişine koyar. Fuat Sezgin böyle bir tercihte bulunmakla muhtemelen Müslüman bilim adamlarını bilim yapmaya teşvik eden bilgisel ve psikolojik saiki vurgulamak istemenin yanı sıra aslında kendi heyecanını da ortaya koymaktadır. Zira kabul edilir ki bir sözün bir bölümün girişine tam da bir sayfanın ortasına bir motto olarak konulması bir yazarın düşüncelerini harfler üzerine dizmesinden çok daha fazlasını ifade etmektedir. Başka bir ifadeyle bir motto sadece yazılı bir metin değildir, aynı zamanda görseldirler ve metnin ana düşüncesine işaret edenden çok daha fazlasıdır. Mottolar okuyucusundan kendilerini vurgulu bir şekilde okumayı temenni ettikleri için görsel olmanın yanı sıra aynı zamanda duyumsaldırlar ve ritmik bir okuyuşa olanak verirler. Mottolar böylece bulunduğu mekan itibariyle tabii olarak hem yazarın hem de okuyucunun duygularının değişmesini ve olayın tekrar yaşatılamasını sağlamak arzusunda olurlar. Zaten genelde mottoların teşvik ve duygu içerikli olmalarının nedenini de burada aramak gerekir. Yukarıdaki alıntıyı bir motto olarak vermek açısından Fuat Sezgin yalnız değildir. İslam düşüncesinde bilginin gelişim seyrini ortaya koymak gayesiyle Franz Rosenthal tarafından hazırlanan Knowledge Triumphant eserinde de (Bu eser Sezgin’in eserinden önce yazılmıştır) kitabın başına konulur. Sezgin’den farklı olarak Rosenthal, bu mottonun hem Arapçasını ve farklı okuma şekillerini hem de hangi eserlerde geçtiğini dipnotta vermeyi ihmal etmez. Nazzâm’ın eserleri günümüze ulaşmadığı için bu mottoyu onun eserlerinde bulmak olanaksız olarak durmaktadır. Ancak düşüncelerini önemli oranda kendisinden öğrendiğimiz Câhız’ın eserlerinde her ne kadar bu sözü çağrıştıracak ifadeler varsa da bu metin aynısıyla onun eserlerinde yer almaz. Rosenthal’ın işaret ettiği gibi, daha sonra kaleme alınan birçok eserde Câhız’ın aktarımına işaret etmek suretiyle Nazzâm’a nispet edilerek bu metin verilmektedir. Bu çalışmada yukarıda verdiğimiz metnin hem tarihsel bağlamdaki karşılığını hem de sözün sahibi olan Nazzâm ve onun takipçisi ve aktarımcısı Câhız’ın düşüncesindeki karşılığını ele almak istiyoruz. Böylece bu sözün bir slogan olmanın da ötesinde Nazzâm ve Câhız’ın zihin felsefesi açısından tutarlı bir karşılığı olduğunu ortaya koymaya niyetindeyiz. Bunu yaparken açıkçası Câhız ve Nazzâm’ı çok da birbirinden ayırt etme niyetinde değiliz. Çünkü Câhız’ın bir aktarımcı olarak Nâzzâm’la ilişkisi sözü salt aktaran bir mevkide değildir. Genel olarak sözü yeniden üreten ve formüle eden bir konumdadır. Hatta çoğu zaman Nazzâm’la olan ilişkisi Platon ve Socrates arasındaki ilişki gibi görünmektedir. Dolayısıyla konu edindiğimiz mottonun sahibi Nazzâm olsa da onun aynı zamanda Câhız tarafında da paylaşıldığını hatta belki de tekrar formüle edildiğini tahmin edebiliriz.Book Part DÜNYAGÖRÜŞÜ, BİLİM/LER VE BİLİM GELENEĞİNE İLİŞKİN ALPARSLAN AÇIKGENÇ’İN GÖRÜŞLERİNİN İNCELENMESİ ÜZERİNE(2019) Aslan, SıracettinBilimin, bilinen bilim tarihi açısında bilgi geleneği ve buna bağlı olarak bütün bilim geleneklerinde (sistematik) bir bilgi türü olarak kavramsal bir karşılığı vardır. Zira bilimin kavramsal karşılığı ve anlam muhtevasının, güçlü bilim gelenekleri/paradigmaları inşa eden Eski Çağ Ege (episteme, sophia, doğa araştırmaları), İslâm (fıkıh, ‘ilm) ve Batı (doğa/fizik araştırmaları, science) medeniyetlerinde olduğu gibi değişkenlik arz ettiği izahtan varestedir. Bilim gelenekleri oluşturan medeniyetler nezdinde ortak bir paydadan söz edilecek ise o da bilimin, belirli bir yöntembilimden hareketle epistemik cemaatin belirlediği parametreler ekseninde bilinenden bilinmeyene doğru yapılan bir bilme ve anlama etkinliği olduğudur. Bu bakımdan bilimsel araştırmaların sürdürülmesinde bir bilen ve kendini bilene açımlayan bir bilinenin esasta var olmasının gerekliliği ortaya çıkar. Ancak bilen ve bilinenin iletişiminden hâsıl olan ürün, disiplin ve o disiplinin bilimsel araştırma yönteminin ne’liği bakımından bu aşamada bilim olarak kabul edilmez. Çünkü bilimler, öncelikle belli bir dünya görüşünün inşası neticesinde ortaya çıkacak bilgi ve bilim geleneği sayesinde müstakil hale gelebilir. Bu bakımdan bilgi ve bilim geleneği inşa edilmeksizin, astronomi, fizik, sosyoloji ve iktisat gibi bilimlerin teşekkülüne ilişkin epistemik bağlam oluşturulamaz. Bu minvalde Açıkgenç, bilim sosyolojisi ve epistemolojisi, bilim tarihi ve felsefesine gönderimlerde bulunarak, İslâm düşünce ve kültür havzası özelinde dünya görüşü, bilgi ve bilim geleneği, bilgi birikiminin adlandırılması/disiplinleşme, bilimsel kavramlar yumağı gibi önemli konulara işaret eder. Bu durum, aynı zamanda belli bir dünya görüşü havzasında meydana gelen bilgi-bilim geleneğinin inşasının netice verdiği bilimsel olanın nesnelliğine dair bağlamın da esaslarını içerir.Conference Object Ebû Bekir er-Râzî’de Deist Yaklaşım: Aklın Yetkinliği ve Nübüvvet Eleştirisinin Değerlendirilmesi(2017) Cengiz, Yunus; Cengiz, YunusCengiz, Yunus, “Ebû Bekir er-Râzî’de Deist Yaklaşım: Aklın Yetkinliği ve Nübüvvet Eleştirisinin Değerlendirilmesi” Uluslararası Din Karşıtı Çağdaş Akımlar ve Deizm Sempozyumu, 12-14 Mayıs 2017, Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Van (Din Karşıtı Çağdaş Akımlar ve Deizm, ed. Vechi Sönmez, Burhanettin Kıyıcı, Metin Yıldız, Ensar Neşriyat, İstanbul, 2017, ss. 313-319).report.listelement.badge Eğitim Şimdi ve Burada: Uzaktan Eğitim İle İlgili Görüş ve Öneriler(İLKE Vakfı, 2020) Eker, Hasan RemziKoronavirüs salgını süreci ulusal ve uluslararası düzeylerde eğitimin nasıl uygulanacağı sorusunu gündeme taşımaktadır. Bu kapsamda ortaya çıkan uzaktan eğitim tartışmalarında sorunlar mevcut eğitim durumunu tehdit eden bir gerçek olarak görülmektedir. Bu çalışmada ise ilgili ampirik veriler ve son yayınların tarandığı bir yöntem içerisinde çözüm odaklı yaklaşım tercih edilerek geliştirilen düşünceler ve öneriler doğrultusunda “Eğitim Şimdi ve Burada” kavramsallaştırmasıyla uzaktan eğitimin okulların kurumsal varlığından eşitsizliklere, öğretmenlerin malzeme sorunundan yeni nesil öğrenme modellerine geçişe kadar geniş bir yelpazede bir imkan olarak durduğu açıklanmıştır. Sonuç olarak uzaktan eğitim bir sorun olarak değil, bir fırsat olarak değerlendirilip çözümlenmiştir.Article The Emergence of the Distinction between Complete and Incomplete Causes from Avicenna to al-Abhari(SCIENTIFIC STUDIES ASSOC-ILMI ETUDLER DERNEGI-ILEM, 2017) Kılıç, Muhammet FatihIn this study, I explore the historical stages of the development of the distinction between complete and incomplete causes (al-'illa al-tamma and al-'illa al-naqisa), which first emerged during the thirteenth century and was frequently in use thereafter in philosophical and theological writings. For this purpose, I trace the evolution of one such passage in Avicenna's (d. 428/1037) Isharat, namely, III.V.8, in the context of causal sufficiency during post-classical Islamic thought. Abu al-Barakat al-Baghdadi (d. 547/1152), Suhrawardi (d. 587/1191), and Fakhr al-Din al-Razi (d. 606/1210), all of whom provided the first examples of a concept of a complete cause, offer an important notion of this distinction. Moreover, we can read al-Razi's definition of a complete cause in his al-Matalib, with regard to its function, as an attempt to include the divine will in the causal processes. However, none of those definitions present a clear distinction between these two types of causes that would enable one to provide a clear definition for a complete cause. The first examples of a clear distinction between these two causes are provided by Athir al-Din al-Abhari (d. 663/1265) and Najm al-Din al-Katibi (d. 675/1277). This distinction occupied an essential place in the chapters of causality included within philosophical and theological texts written after the thirteenth century.Article Erol Güngör Düşüncesinde Felsefe Bilim Faaliyeti Olarak Sosyal Psikoloji(Muhafazakar Düşünce Dergisi, 2023) Eker, Hasan RemziErol Güngör’ün bilim düşüncesini sadece akademik uzmanlığı bakımından sosyal psikoloji alanında akademik çalışmalar gerçekleştirmiş bir akademisyen olarak açıklamak yeterli değildir. Çünkü bilime dair düşünceleri bu çalışmalarının sınırını aşmaktadır. Güngör’ün bilim düşüncesini oluşturan dünya görüşünde esas hedefi kendi toplumunun meselelerini tespit etmek ve bunları bir problem çözme faaliyeti haline dönüştürmektir. Bu sebeple, onun düşüncesi hem “dünya görüşü” ortaya koymak hem de “bilimsel faaliyet” gerçekleştirmeyi hedeflemektedir. Felsefe ve bilimi bir araya getiren bu tavır, Güngör’ün araştırmacı kimliğini ve psikolojinin konusunu tekrar düşünmeyi teklif etmektedir. Güngör’e göre, sosyal psikolojinin konusu toplumsal meselelere dair çalışmalar olup bu meselelerinin kendi toplumu ile “içkin bir bağ” etrafında şekillenmesi gerekmektedir. Buradan bir bilim insanının aynı zamanda bir düşünür olması gerektiği kendisinin tabiriyle “münevver” olması gerektiği sonucu çıkmaktadır. Aksi takdirde sadece metodolojik tutarlılık motivasyonuyla bilimsel araştırmalar yapılabilir ve bu durumda kendi toplumu için problem çözme faaliyetinin eksik kalması söz konusudur. Bu bakımdan Erol Güngör modern dönem Türk Düşüncesi için “felsefi-bilim faaliyeti kurmak” bakımından kritik öneme sahiptir. Bu araştırmada, Güngör’ün düşüncelerini ve bilimsel çalışmalarını felsefe-bilim çizgisinden ve toplum-kültür varlığı bakımından değerlendirdiğimizde, sosyal psikoloji faaliyetindeki meseleleri kendi toplumunun problemleri olarak ele aldığı ve bir problem çözme faaliyeti bakımından sosyal psikoloji araştırmaları haline dönüştürdüğü sonucu çıkmaktadır.