Tarih Bölümü
Permanent URI for this communityhttps://hdl.handle.net/20.500.12514/44
Browse
Browsing Tarih Bölümü by Publication Category "Kitap Bölümü - Uluslararası"
Now showing 1 - 19 of 19
- Results Per Page
- Sort Options
Book Part 19. ve 20. Yüzyıllarda Milli/Milan Aşireti(İletişim Yayınları, 2022) Ekinci, Mehmet RezanMilli ya da Milan Aşireti, yaşam sahasının dayattığı koşullar gereği kendi etrafında diğer aşiretleri birleştirici bir misyonla toparlamış ve kendi adıyla anılan bir aşiret konfederasyonu biçimini almış nadir aşiretlerdendir. Aşiretlerin bir ittifak kurma ihtiyacının sebepleri arasında, yaşam koşulları ve yaşam sahalarının nitelikleri önemli bir yer tutar. Aşiret sahası/mekânı olarak tutulmuş çöl ya da dağ coğrafyasının güvenliğini tehdit edici unsurlar, aşiret birliğine olan ihtiyacı teşvik edici bir müdafi unsur olarak ortaya çıkmaktadır. Aşiretler güvenlik sorunlarını tek başlarına çözemediklerinde, bu tehdidi bertaraf etmek üzere aralarında zorunlu bir ittifaka yönelirler. Bunun için de başka aşiretlere karşı belirli bir aşiretin liderliği ve otoritesi altında bir araya gelerek, ortak çıkar etrafında en güçlü aşiret reisine tâbi olurlar. Bu şekilde oluşan durum, bir siyasi birliktir. Ortada yaşam sahalarında var olmaya ilişkin bir mesele ve ekonomik kaynaklar üzerinde bir hakimiyet mücadelesi vardır. Bu birliği sağlayan reis, aşiret birliğinin başına geçer. Zamanla bu birlik, tek bir aşirete dönüşebildiği gibi Milli Aşireti’nde olduğu gibi en güçlü ve birleştirici aşiretin ismi ile anılabilir. Bu durum gerek Mardin, Urfa ve çevresinde Milli adıyla; gerekse İran, Ağrı, Van ve çevresi Milan aşiret birliğindeki aşiretlerin, mensubu oldukları kabileden önce Milli/Milan adlarını uzun zaman boyunca tercih etmelerindeki sebebi açıklamaktadır. Bir müddet sonra birliğin ismi, taşıdığı önem dolayısıyla kabile ismine tercih edilir duruma gelmektedir.Book Part 19. yüzyılın Siverek’te Kolera Salgını ve Alınan Tedbirler(ÇİZGİ KİTABEVİ, 2022) Özcoşar, İbrahim; Mengirkaon, SabriSiverek, antik çağlardan itibaren önemli bir merkez olmakla beraber 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar fizikî alan ve demografik özellikleri bakımından statik bir görüntü arz etmekteydi. Siverek’in bu döneme kadarki en önemli özelliği Halep-Diyarbekir-Erzurum yolunu takip eden ticari güzergâh üzerinde bulunmasıydı. Ancak 1820’lerden itibaren güneydeki urban aşiretlerinin çöl güzergâhı üzerinden cereyan eden Halep-Bağdat ticaretini sekteye uğratmaları ve kervanların bir daha bulunamamak üzere kaybolmaları bu güzergâhtaki ticaretin de kuzeydeki Birecik-Siverek-Diyarbekir-Mardin-Musul yolunu takip eden ve Bağdat’a devam eden “Sultan Târiki” adı verilen güzergâha kaymasına neden oldu. Diğer taraftan 1850’lerden itibaren buharlı gemilerin daha fazla kullanılmasıyla İskenderun Limanı’nın Avrupa ve Asya arasındaki en önemli ticari limanlardan birisi olması Siverek’in ticari yol olarak önemini daha da artırdı. Böylece Siverek, 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Suriye, Anadolu ve Irak bölgeleri arasındaki ticari faaliyetlerin en önemli kavşak noktalarından birisi haline geldi. Bu ticari hareketlilik kısa sürede Siverek’te çok canlı bir sosyal ve ekonomik hayatı da beraberinde getirdi. Öte yandan çok uzak coğrafyalar arasında cereyan eden ticaret yollarının üzerinde bulunmak kentteki refahı artırırken bazı olumsuzlukları da beraberinde getiriyordu. Bu olumsuzluklardan en önemlisi ise bu yollar boyunca sık sık meydana gelen salgın hastalıklardı. Ticari öneminin artmasıyla beraber Siverek’te özellikle 19. yüzyılın ikinci yarısında çok sayıda salgın hastalık meydana geldi. Bu hastalıkların başında kolera gelmektedir. İlk defa 1822 yılında ticaret yolları vasıtasıyla Osmanlı Devleti topraklarına ulaşan kolera mikrobu 20. yüzyılın ilk çeyreğine kadar Anadolu’daki varlığını korudu. Hastalığın yayılmasında ticari güzergâhların önemini iyi kavramış olan Osmanlı Devleti, ticari canlılığı korumak ve hastalığın Anadolu içlerine yayılmasını engellemek noktasında Siverek ve diğer ticari güzergâh üzerinde bulunan kentlerde daha sıkı önlemler almaktaydı. Bu önlemler daha ziyade hastalığın Anadolu içlerine nihayetinde de imparatorluğun başkentine sirayetini engellemeye dönük olarak icra edilen tahaffuzhaneler kurulması ve kordon uygulamalarıdır. Bu açıdan Siverek, devlet tarafından Anadolu’ya açılan kapı önünde bir merkez olarak kabul edilmiş ve en fazla önlem alınan yerlerden birisi olmuştur. Bu çalışmada 19. yüzyılın ikinci yarısında Siverek’te meydana gelen kolera salgınları incelenecektir. Hastalığın ortaya çıkışı, etkileri ve sonuçları başta Osmanlı Arşivi vesikaları olmak üzere yerel kaynaklar, yabancı devlet raporları, seyahatnameler ve ilgili literatür ışığında ortaya konulacaktır. Ayrıca Osmanlı Devleti’nin tasavvurunda bulaşıcı hastalıklar açısından Siverek’in önemi ve çözüm pratikleri incelenecektir.Book Part 19.YÜZYILIN SON ÇEYREĞİNDE SİVEREK’TE AİLE DEMOGRAFİSİ ve MAHKEMEDE KADIN SESLERİ(Çizgi Kitabevi, 2022) Akman, EkremGiriş Siverek kazası Osmanlı’da merkeze epey uzak, ekonomik ve nüfus açısından kendi halinde küçük bir kasabadır.1 Ancak bünyesinde idari, adli ve beledi tüm devlet kurumlarını klasik dönemden beri barındırması açısından tipik bir Osmanlı şehridir. Mahkemesi şehir halkına açık olduğu gibi, gayrimüslimler ve köylülerin de çoklukla uğradığı faal bir yargı merkezidir. Bu çalışma ile öncelikle 444 sayılı tereke defterindeki 250 adet tereke verileri ışığında dönemin Siverek kazasında aile demografisi ortaya çıkarılacaktır. İkinci bölümde şer’iyye sicillerine dayanarak Siverek’te anılan dönemde aile içi davalar, kadının toplumda ve ailedeki statüsü, mal varlığı, mahkemeyi kullanma pratiği, boşanma davlarında kadının rolü ortaya konacaktır. Adı geçen defterde 250 adet terekenin verileri kısmen kullanıldı. Tereke defterindeki 250 adet miras kaydında şehirde oturan Müslüman şahıslara ait tereke sayısı 135, köyde oturan tereke sahibi 43, gayrimüslimlere ait terekeler 37, kadınların (dul veya evli) bıraktığı tereke sayısı da 25 adettir. Okunamayan ya da başka bir miras taksimine tamamlayıcı nitelikte hükümler içeren 10 kayıt değerlendirmeye alınmadı. Bu çalışmada sadece kadın, çocuk sayısı, tereke miktarları gibi aileyi ilgilendiren veriler değerlendirildi. Makalede, Siverek kasabası ve köylerinde demografik yapısı ortaya çıkarılan ailede karı-koca arası ilişkiler, kadının ailede ve toplumdaki rolü mahkemelere yansıyan zabıtlarla ortaya çıkarılmaya çalışıldı.Book Part alhayat alaijtimaeiat walfikriat waleilmiat zaman al'aratiqa(Mardin Artuklu Üniversitesi Yayınaları, 2017) Şıho ReşıdAraştırma, artuklu devletin sosyal yaşamı ve toplum sınıflarına ışık tutmayı ve devletine bağlı devletlerdeki en önemli entelektüel ve bilimsel başarıları ve en önemli düşünürleri, bilim insanlarını ve doktorları tanımlamayı amaçlamaktadır. devlette itibarlarını kazandılar ve prenslerin entelektüel bilimsel rönesansın tanıtımındaki rolünü belirlediler.Book Part Aristotelianism and the disintegration of the late antique theological discourse(Ashgate Publishing Ltd, 2013) Krausmüller DirkOne of the most striking characteristics of early Christianity was the willingness despite occasional misgivings to engage with Greek philosophy. From the second century onwards Christian writers borrowed terms and concepts from the different philosophical schools in order to formulate their understanding of the Christian God and his relation to Jesus Christ. Following the groundbreaking work of Origen, this engagement reached new levels of depth and sophistication in the controversies of the fourth century. It was in the course of these controversies that the three Cappadocians, Basil of Caesarea, Gregory of Nazianzus and Gregory of Nyssa developed a radically new conceptual framework, which distinguished between one divine substance or nature and the three hypostases or persons, Father, Son and Holy Spirit, and which associated the former with a set of common qualities such as ‘incorporeality’ and the latter with specific properties such as ‘begotten’ in the case of the Son. This model is evidently influenced by the contemporary philosophical discourse but it has proved difficult to identify its exact antecedents. In the last 50 years scholars have attempted to make the case for Aristotelian, Neoplatonic or Stoic provenance but none of these hypotheses has found universal acceptance.Book Part Arşiv Araştırmalarında Etik(2018) Özcoşar, İbrahim; Özcoşar, İbrahimSosyal bilim araştırmalarının ortak noktalarından biri, yöntem ve yaklaşım fark-lılıklarına rağmen, araştırılan konuyla geçmişi arasında ilişki kurulmasıdır. Sosyal olgu ve olayların “ardında” ya da “altında” yatan bir geçmişin varlığı bu ilişkiyi bir tercihten öte zorunluluk hâline getirmektedir (Bk. Gülbenkian Komisyonu, 1996: 44). Ne kadar bağımsız ve kopuk görünürse görünsün her sosyal olayın bir hafızası vardır ve varlığı bu hafızadan beslenir. Bu da her sosyal bilimcinin geçmişle ilgi-lenmesini zorunlu kılar. Bu ilginin boyutu disiplinlere göre, disiplinler arası yakla-şım çerçevesinde bakıldığında çalışılan konuya göre farklılık gösterebilir. Bir tarih-çinin ya da edebiyatçının geçmişle ilişkisi şüphesiz başka çalışma alanlarından daha ileri düzeydedir.Book Part Bir İslam ve Osmanlı Şehri Olarak Diyarbakır/Amid(İbrahim Özcoşar, 2018) Özcoşar, İbrahim; Özcoşar, İbrahimBu çalışmada Diyarbakır/Amid, İslam şehri ve bir uzantısı olarak Osmanlı şehri kavramları çerçevesinde incelenmiştir. Makalenin temel sorunsalı İslam şehri kavramına dair, kaba oryantalist yaklaşımlardan kurtulmuş özgün bir yaklaşımın Amid şehri bağlamında örneklenip örneklenemeyeceğidir. Bu bağlamda Amid, üç açıdan değerlendirilmiştir: Şehir-şehirli ve siyasi bilinç, şehrin hukuku, İslam şehrinin sakinleri ve farklılıklar. Şehrin siyasi bilinci 16. yüzyıl ile 19 ve 20. yüzyıllardaki bazı gelişmeler üzerinden açıklanmıştır. Şehrin hukuki yapısı, özellikle Amid mahkeme kayıtlarının sunduğu veriler ışığında değerlendirilmiştir. Şehirdeki etno-dinsel farklılıklar ile şehrin homojen olmayan sosyal yapısı açıklanmıştır. Çalışmada “Amid” İslam şehri kavramının içine alınabilecek şehir tiplerinden sadece biri olarak değerlendirilmiştir. Oryantalist yaklaşımın siyasi bilinç, hukuk ve belediye gibi kurumsal yapılardan yoksunlukla itham ettiği ve çerçevesini kendisinin belirlediği “İslam Şehri” tipi karşısında Amid’in hem siyasi bilince, hem hukuka hem de belediye işlevine sahip kurumsal bir yapıya sahip olduğu tarihi veriler ışığında açıklanmıştırBook Part Claudius James Rich’in Seyahatinde İktisadi Hayat: Şehrizor ve Musul(Hiperyayın, 2021) Meraklı, ErdemBu çalışmada, Büyük Britanya'nın Bağdat konsoloslarından Claudius James Rich’in (1787-1821), 1820-1821 yıllarında Musul ve Şehrizor eyaletlerini kapsayan seyahatinde, bölgenin iktisadi yapısına yönelik izlenimleri, onun siyasi ve seyyah kimliği göz önünde bulundurularak ele alınmıştır. Çalışmanın birinci bölümünde Rich’in biyografisine yer verilmiştir. İkinci bölümde, Rich’in Musul ve Şehrizor eyaletlerinin siyasi, kültürel ve arkeolojik durumuna dair aktardığı bilgiler incelenmiştir. Ardından üçüncü bölümde ise, Rich’in seyahat notlarında yer alan bilgiler üzerinden Musul ve Şehrizor eyaletlerinin iktisadi özellikleri ele alınmıştır. Bu çalışma ile, Claudius James Rich’in hayatına ve Musul-Şehrizor bölgelerinin 19. yüzyıl başlarındaki iktisadi durumuna ilişkin literatüre katkı sağlanması amaçlanmaktadır.Book Part Dawr Al'awbiat fi Taghyir Mawazin Alquaa Alsiyasia " min Taeun 'Athina 'iilaa Nihayat Aldawlat Aleabaasia"(Son ÇAĞ AKADEMİ, 2020) Şıho ReşıdÖzet Bu araştırma, salgınların tarihini ve tarihsel kaynaklardaki yayılmasını izleyerek salgınların siyasi güçlerin dengesini değiştirmedeki rolünü vurgulamayı amaçlamaktadır. Tarihi boyunca İslam Devleti, özellikle Abbasi döneminde birçok hastalık ve salgın hastalık tanımıştır. Bu salgınlara, salgının meydana geldiği şehrin adı, kendisi tarafından bilinen bir özelliğin adı veya onu yakalayan birinin adı verilmiştir. Devletin salgınlarla mücadele çabalarına rağmen, onu etkileyen felaketlerin büyüklüğü karşısında hiçbir şey yapamadı. Siyasi, sosyal ve ekonomik hayatı etkiledi. Sonunda zayıflamasına ve düşmesine neden oldu.Book Part DEVLET VE YEREL İKTİDAR ÖRNEĞİNDE HAKKARİ HÜKÜMETİ(TARİH VAKFI YURT YAYINLARI, 2022) Ülke, CemalOsmanlı Devleti’nin Safevîlere karşı yaptığı Çaldıran Savaşı sonrasında kurulan Osmanlı-Kürt ittifakının önemli sonuçlarından biri, idari ve siyasi açıdan “yurtluk-ocaklık” ile “hükûmet” gibi daha önce var olan sistemlerin yeniden ortaya çıkmasıdır. Bu yönetim sistemiyle beraber Kürtlerin geleneksel yönetimlerine müdahale edilmeyerek emirliklerin varlıklarının devamı sağlanır ve Osmanlı’nın doğu sınırları güvenlik altına alınır. Osmanlı-İran sınırında bulunan Hakkâri ve çevresi, Çaldıran Savaşı’ndan kısa bir süre sonra Osmanlı hâkimiyetine alınır ve Van Beylerbeyine bağlı hükûmet sistemine dâhil edilir. Hükûmet sistemine dâhil edilen Hakkâri ve çevresi, Van Beylerbeyi İskender Paşa aracılığıyla bölgede uzun yıllardan beri hüküm süren Hakkâri hanedanlarından Şenbu’lu Mir Zeynel Bey’e verilir. Şenbu Ailesi’nin yönetimi, Hakkâri mirlerinden Nurullah Bey’in Girit’e sürgün edilmesine kadar devam eder. Bu çalışmanın temel dayanağını Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşiv Belgeleri ve Osmanlı-Kürt ilişkilerini konu edinen araştırma eserler oluşturmaktadır. Bu çalışmada, belgelerden ve araştırma eserlerden yola çıkarak; Osmanlı idari yapısı içerisinde yurtluk-ocaklık ve hükûmet sistemi, Osmanlı-Kürt ittifakının bir sonucu olarak yarı-otonom bir idarî sisteme kavuşmuş emirliklerin durumu, emirlik içerisindeki iktidar mücadelesi ve bu sistemin Hakkâri’deki yansımaları büyüteç altına alınacaktır. Ayrıca Tanzimat Fermanıyla ivme kazanan merkezileşme politikalarına karşı yerel güç unsurları olan mirlerin/aşiretlerin tepkileri analiz edilecektir. Bu bağlamda makalede, uzun yıllardan beri bölgede hüküm süren ve kendi kontrolü altındaki coğrafyada başka bir güç unsuru istemeyen mirlerin kolektif bir şekilde oluşturdukları meydan okumalarına değinilecektir.Book Part et-Taayüş ve et-tTesamüh ed-Dini (Rüya Tarihiyye Min Hilali Namazij İslamiyye)(SON ÇAĞ AKADEMİ, 2020) ŞİHO ReşidIslam has known tolerance and coexistence with the other since its inception in Mecca. In other words, the experience of Islam in coexistence extends from the time of the emergence of Islam to the present day. Our research deals with historical examples of aspects of coexistence between Muslims and followers of other religions during the stages of the expansion of the Islamic state in its different eras. It is an episode of a series that began with the establishment of the Islamic State in Medina, the newspaper, through the covenants and covenants made by the caliphs and leaders of the Dhimmis, which emanated from the civilizational values of Islam.Book Part II. ABDÜLHAMİD DÖNEMİNDE DEVLET, AŞİRET VE YEREL BÜROKRASİ ÜÇGENİNDE BİR ŞEYH: ŞEYH HALİD(Ekrem Akman, 2018) Akman, EkremŞeyh Halid, Diyarbekir’e tabi Siverek kazasına bağlı Karacadağ’daki Gülpınar köyünde Nakşibendi Tarikatına mensup bir şeyhtir. 1890’lı yıllarda burada irşat faaliyetinde bulunurken, müritlerinin çoğalarak civar köylerde de taraftar bulması, yerel idarecilerin dikkatini çekmiş, dönemin geçer akçesi olan tecessüs ve jurnal sonucu bulunduğu köyden uzaklaştırılarak, Mekke-i Mükerreme’ye sürülmüştür. Bu olay merceğinden bakarak, Sultan II. Abdülhamid döneminde, devlet-tarikat-aşiret ilişkileri ortaya konulacaktır. İkinci Meşrutiyetten önce Abdülhamid döneminde devlet, aşiret ve bürokrasiüçgeninde sıkışan Şeyh Halid, devletin güçlenen tarikatları kontrol altına alma politikasının kurbanı olmuştur. Bu olay ışığında taşradaki yönetim birimleri arasındaki çelişkiler ve yetki karmaşası ortaya konmuştur. Adı geçen yerel yöneticilerin hükümet merkezini nasıl bilgilendirdikleri, taşradan merkeze giden jurnal raporlarının gerçeği ne derece yansıttığı, Şeyh Halid olayındaki ilginç gelişmeler, arşiv belgeleri ışığında sergilenmiştir. Dönemin jurnal ve kontrol sisteminin parçaları olan yerel idarecilerin nasıl bir güçler dengesi içinde tahterevalli oynadıkları arşivdeki resmi yazışma ayrıntılarından derlenmiştir. Bu çerçevede Osmanlı Devleti’nin Tanzimat’tan Meşrutiyet’e giderken Abdülhamid dönemi politikalarının Anadolu’da nasıl uygulandığı da irdelenecektir.Book Part İki Dünya Arasında El Değiştiren Şehir: Nusaybin ve 363 Barışı(Mardin Artuklu Üniversitesi Yayınları, 2022) Erdem, BurakEskiçağ’da Mezopotamya’nın en önemli sınır şehirlerinden biri olan Nusaybin (Nisibis), MÖ 68’de Lucullus döneminde Roma’ya tâbi hale gelmiştir. Roma İmparatorluk döneminde de önemini koruyan Nusaybin, Roma-Part savaşlarının önemli merkezlerinden biri olmuştur. Roma’nın askerî harekât merkezlerinden biri olan Nusaybin, 363 Barışı ile birlikte Sasanilere terk edildi ve bir daha geri alınamadı. Çalışmada, Fırat’ın doğusunda meydana gelen Roma-Sasani mücadelesinin seyrini değiştiren en önemli olaylardan biri olan Jovian’ın imzaladığı 363 Barışı ele alınacaktır. Çalışmanın temel amacını, 363 Barışının sebepleriyle birlikte siyasi, sosyo-ekonomik ve kültürel açıdan sonuçlarının incelenmesi oluşturmaktadır. Barışın imzalandığı dönemin canlı tanıklarından biri olan Ammianus başta olmak üzere, Eskiçağ yazarlarının 363 Barışı ile ilgili kayıtları incelenecek ve çıkarımlar ortaya koyulacaktır.Book Part KUZEY SURİYE HÂKİMİYETİ İÇİN YAŞANAN HURRİ-HİTİT MÜCADELESİ KAPSAMINDA İŠMİRİKA ANTLAŞMASI(2022) Kaçar, AbdulganiBereketli Hilal olarak adlandırılan toprakların kuzey kısmında yer alan Kuzey Suriye bölgesi, kuzeyde Toros Dağlarının güney yamaçları ve Amanos Dağları, batıda Lübnan ve Anti-Lübnan Dağları, doğuda ise Dicle Nehri ile çevrili alana denk düşmektedir. Bölgenin, güney yönünde Hama Dağları ya da çöl alanlarına kadar uzandığı söylenebilir. Kuzey Suriye’nin batısındaki dağlar ile deniz arasına sıkışmış dar alanda Doğu Akdeniz’in önemli ticaret limanları yer almaktadır. Kuzey Suriye ve buranın bitişiğinde yer alan bugünkü Güneydoğu Anadolu bölgesi, genel olarak tüm eskiçağ tarihi boyunca, üzerinde gelişmiş uygarlıklar kurulan Mısır, Mezopotamya ve Anadolu toprakları arasında yer alan bir tampon bölge konumundadır. Mezopotamya, Mısır ve Anadolu’dan gelen ticaret yolları bu bölgede birleşmekte ve buradan da Doğu Akdeniz limanlarına açılmaktadır.2 Özellikle Orta Tunç Çağının başlarında Anadolu ile Mezopotamya arasında yoğun bir ticaret ağının kurulduğu Asur Ticaret Kolonileri zamanında, Asurlu tüccarlar Mezopotamya’dan getirdikleri kalayı, Anadolulu tüccarlara pazarlamak için Kuzey Suriye ve Güneydoğu Anadolu üzerinden geçerek Anadolu’ya ulaşan rotayı takip ediyorlardı. Ayrıca bölgeyi çevreleyen dağlarda, kurşun bakır gibi madenler bulunmaktaydı. Konumunun, ticari açıdan sahip olduğu öneminin yanı sıra, Kuzey Suriye’yi dönemin güçleri açısından “paylaşılamayan bölge” haline getiren bir diğer unsur, topraklarının büyük bir bölümünün tarımsal açıdan hayli verimli oluşuydu. Bu topraklarda, özellikle, eskiçağda ticari ve ekonomik değeri hayli yüksek, zeytinyağı ve şarabın hammaddesi olan zeytin ve üzümün bol miktarda yetişiyor olması, bölgenin değerini bir kat daha arttırmaktaydı. Bunun yanında, bölgede kuru tarım yapılabilmesi ve her çeşit tahıl ürünün yetiştirilebilmesi de burayı cazip kılan bir diğer etmendi. Kuzey Suriye’de ayrıca, tapınak ve saray yapımı gibi inşaat işlerinde kereste olarak kullanıldığından tarih boyunca Mısır, Mezopotamya ve Anadolu uygarlıklarınca büyük değer gören sedir, selvi ve çam ağaçları yetişmekteydi.Book Part Memluk döneminde salgınların tarihi ve sosyal - ekonomik etkileri(SON ÇAĞ AKADEMI, 2020) Narjes, KadroSalgın sorunu, geçmiş çağlarda ve günümüzde birçok akademisyeni işgal eden önemli konulardan biridir ve krizlerin tarihi olarak adlandırılan şeyin altında kalmaktadır, bu nedenle Mısır'da ve Levant'ta Memluk döneminde ortaya çıkan bu salgınları ve bunların ortaya çıkmasının nedenlerini incelemek gerekiyordu, Ve Bu salgınların ekonomik ve sosyal sonuçları ve Memluk sultanlarının bu krizle nasıl başa çıktıkları.Book Part Origen: Exegesis and philosophy in early christian Alexandria(Ashgate Publishing Ltd, 2011) Krausmüller, DirkThe past two decades have seen an explosion of interest in the late antique philosophical commentary tradition. This chapter explores the idea of translating the scholastic social experience by briefly considering the projects undertaken by four very different commentators active in the 520s and 530s. It looks at Olympiodorus' commentary on Plato's Gorgias, one of the earliest and least polished works written by the productive and long-lived scholar. The chapter considers how some facets of the project undertaken by Boethius suggest that he anticipates that his ideas will not be interpreted in a traditional classroom setting. It examines the puzzling decision of Sergius of Reshaina to write a Syriac commentary of an Aristotelian work for which no Syriac translation existed. Elias' description suggests something that is both self-evident and seldom recognized in modern discussions of the philosophical commentaries composed during late antiquity.Book Part Origenism and anti-origenism in the late sixth and seventh centuries(University of Notre Dame Press, 2016) Krausmüller, DirkBook Part TOWN AND TRIBE: THE CONFLICT BETWEEN AŞİRET (TRIBE) AND EŞRAF (NOBILITY) IN OTTOMAN DİYARBEKİR (1891-1909)(ST. KLIMENT OHRIDSKI UNIVERSITY PRESS, 2014) Özcoşar, İbrahim; Özcoşar, İbrahimRight from the start I should indicate that this article is part of a series of urban history studies that approaches critically the classical historiography on towns in Turkey. Therefore it contains in itself a hidden criticism of this historiography. This criticism targets “uniform” or “centralist” approaches to the concept of “Islamic Town” and its corollary “Ottoman Town”, which result in rigid categorisations. Scholarship about the developments that led to the disintegration of the Ottoman State and the foundation of the Republic has been domi nated by approaches that often put the centre in the foreground and neglect the provinces. In this context many features characteristic of the provinces were either missed or linked back to the centre and thus deprived of their provincial element. The disintegration of the Ottoman State itself happened right after a period that had substituted extremely central ist methods for much less centralist methods of long standing. The Republic that was then founded was built on a paradigm that linked everything back to the centre and sought to make it uniform. For the nationalism of the Republic, which rested on homogeneity, retreat from the centre as well as increase in diversity posed a vital risk. Perception of this risk nec essarily led to contempt of all that was related to the provinces, despite all populist talk, and to the notion that history was predominantly made from the administrative core. This situ ation determined for a long time the basic starting point for historical study: “the centre”Book Part Ulema ve Ümera: Hakkari Hanedanında İlim Geleneği(İbrahim Özcoşar, 2018) Özcoşar, İbrahim; Özcoşar, İbrahimİslam siyaset felsefesinde ümeranın başlıca özelliklerinden biri olarak ilim ön plana çıkmaktadır. İlk halifelerin ilimle ilişkisi, sosyo-politik işlevselliğin zorunlu kılması öncesinde İslam dünyasında ulema ve ümera ayrımının olmadığını da göstermektedir. Bu ayrımın ortaya çıkmasıyla şekillenen yeni yapıda ulema ve ümera arasındaki ilişki ağına dair teoriler oldukça sık gündeme gelmiştir. Nasihatname ve siyasetname türü metinlerde bu ilişki ağına dair açıklamalar önemli yer tutmaktadır. Bu çalışmada ulema ve ümera arasındaki ilişki ağı Hakkâri hanedanı bağlamında emirlik, emirlik bürokrasisi ve ulema kavramları çerçevesinde “bilgi-iktidar” ilişkilerine dair postmodern teorilere eleştirel bir yaklaşımla incelenmiştir